Page 444 - Risale-i Nur - Sözler
P. 444
446 SÖZLER
bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ile beraber, İnsanların hem nefis-
lerinde, hem Kalblerinde, hem Ruhlarında, hem Akıllarında, hem hayat-ı
şahsiyelerinde, hem hayat-ı içtimaiyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerinde
öyle bir inkılab yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki, ondört asır
müddetinde her dakikada altıbin altıyüz altmışaltı Âyetleri, Kemal-i
İhtiramla hiç olmazsa yüz milyondan ziyade İnsanların dilleriyle okunuyor
ve İnsanları Terbiye ve nefislerini Tezkiye ve Kalblerini Tasfiye ediyor;
Ruhlara İnkişaf ve Terakki ve Akıllara İstikamet ve Nur ve Hayata Hayat
ve Saadet veriyor. Elbette böyle bir Kitabın misli yoktur, Hârikadır,
Fevkalâdedir, Mu’cizedir.
Üçüncü Nokta: Kur'an, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir Belâgat
göstermiş ki, Kâ'be'nin duvarında altınla yazılan en meşhur ediblerin
"Muallakat-ı Seb'a" namıyla şöhret-şiar Kasidelerini o dereceye indirdi ki,
Lebid'in kızı babasının kasidesini Kâ'be'den indirirken demiş: "Âyâta karşı
bunun kıymeti kalmadı." Hem bedevi bir edib َمءَر امب َ ع َ ِ َ وت َ دص اف Âyeti
ْ ن ْ ن
ْ
okunurken işittiği vakit Secdeye kapanmış. Ona dediler: "Sen Müslüman
mı oldun?" Dedi: "Yok, ben bu Âyetin Belâgatına Secde ettim."
Hem İlm-i Belâgatın Dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve
Zemahşerî gibi binler dâhî İmamlar ve mütefennin Edibler İcma' ve
İttifakla karar vermişler ki: "Kur'anın Belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkindedir,
yetişilmez."
Hem o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı muarazaya davet edip,
mağrur ve enaniyetli ediblerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup; guru-
rlarını kıracak bir tarzda der: "Ya birtek Surenin mislini getiriniz veyahut
dünyada ve Âhirette helâket ve zilleti kabul ediniz." diye ilân ettiği halde o
asrın muannid beliğleri birtek Surenin mislini getirmekle kısa bir yol olan
muarazayı bırakıp, uzun olan ve can ve mallarını tehlikeye atan muharebe
yolunu ihtiyar etmeleri isbat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir.
Hem Kur'anın dostları, Kur'ana benzemek ve taklid etmek şevkiyle ve düş-
manları dahi Kur'ana mukabele ve tenkid etmek sevkiyle o vakitten beri
yazdıkları ve yazılan ve telahuk-u efkâr ile terakki eden milyonlar Arabî
Kitablar ortada geziyor. Hiçbirisi Ona yetişemediğini, hattâ en âmî adam
dahi dinlese, elbette diyecek: Bu Kur'an, bunlara benzemez ve onların
mertebesinde değil. Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak.
Umumunun altında olduğunu dünyada hiçbir ferd, hiçbir kâfir, hattâ hiçbir
ahmak diyemez. Demek Mertebe-i Belâgatı umumun fevkindedir. Hattâ bir
adam