Page 677 - Risale-i Nur - Sözler
P. 677
OTUZÜÇÜNCÜ SÖZ 679
seyyar mevcûdatın üstünde parlayan Lemaat-ı Cemâliye dahi, bir Cemâl-i
Sermedîye işaret ederler ve Onun bir nevi emareleridirler. Hem Kâinat
kalbindeki ciddî Aşk, bir Maşuk-u Lâyezalî'yi gösterir. Evet, ağacın
mahiyetinde olmayan bir şey, esaslı bir surette meyvesinde bulunmadığı
delaletiyle; Şecere-i Kâinatın hassas meyvesi olan Nev'-i İnsandaki ciddî
Aşk-ı Lahutî gösterir ki; bütün Kâinatta -fakat başka şekillerde- hakikî Aşk
ve Muhabbet bulunuyor. Öyle ise Kalb-i Kâinattaki şu hakikî Muhabbet ve
Aşk, bir Mahbub-u Ezelî'yi gösterir. Hem Kâinatın sinesinde çok suretlerde
tezâhür eden İncizablar, Cezbeler, Cazibeler; ezelî bir Hakikat-ı Cazibedarın
Cezbiyle olduğunu hüşyar Kalblere gösterir. Hem mahlûkatın en hassas ve
nuranî taifesi olan Ehl-i Keşf ve Velayetin İttifakıyla, Zevk ve Şuhuda
istinad ederek, bir Cemil-i Zülcelâl'in Cilvesine, Tecellisine mazhar
olduklarını ve o Celil-i Zülcemâl'in (kendini) tanıttırılmasına ve sevdiril-
mesine Zevk ile muttali olduklarını, müttefikan haber vermeleri, yine bir
Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un, bir Cemil-i Zülcelâl'in Vücuduna ve İnsanlara
kendini tanıttırmasına kat'iyyen şehadet eder. Hem Kâinat yüzünde ve
mevcûdat üstünde işleyen Kalem-i Tahsin ve Tezyin; o Kalem Sahibi Zâtın
Esmasının güzelliğini vâzıhan gösteriyor.
İşte Kâinat yüzündeki Cemâl ve Kalbindeki Aşk ve sinesindeki İncizab
ve gözlerindeki Keşf ve Şuhud ve hey'atındaki Hüsün ve Tezyinat; pek latif,
nurani bir pencere açar. Onun ile, bütün Esması Cemile bir Cemil-i Zülcelâl'i
ve bir Mahbub-u Lâyezalî'yi ve bir Mabud-u Lemyezel'i, hüşyar olan Akıl
ve Kalblere gösterir. İşte ey maddiyat karanlığında, evham zulümatında,
boğucu şübehat içinde çırpınan gafil! Kendine gel. İnsaniyete lâyık bir
surette yüksel. Şu dört delik ile bak; Cemâl-i Vahdeti gör, Kemal-i Îmanı
kazan, hakikî İnsan ol!..
Yirmiyedinci Pencere
ليٓكو ء َ شَ ِلُك ٰلع وهو ء َ شَ ِلُك قلاخ للَّٰا
ِ
ٍ
ٍ
ٌ
ِّ
ِّ ُ َ ه
َ َ ُ َ
ُ
َ
ْ
ْ
Kâinatta, "esbab ve müsebbebat" görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz
ki: En a'lâ bir sebeb, en âdi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab
bir perdedir. Müsebbebleri yapan başkadır. Meselâ; hadsiz masnuattan
yalnız cüz'î bir misâl olarak İnsan başı içinde bir hardal küçüklüğünde
bir yerde yerleştirilen kuvve – i hâfızaya bakıyoruz. Görüyoruz