Page 141 - Münip Dergisi 2.Sayı
P. 141

izin verdiği, “Gönül incitme de keyfin neyi isterse
             becer” sözünü dikkate alıp her türlü fenalığı yap-
             tıklarını anlatır.

             Çin ve Mançurya’ya geldiğinde din anlayışının ol-
             dukça zayıf olduğu, daha çok kültürel bir faaliyet
             gibi anlaşıldığından bahseder. “Böyle gördük dede-
             mizden,” sözüne sığınıp pek çok Müslümanın dini,
             gelenek  seviyesine  indirdiğini;  hatta  bu  anlayışın
             sadece Uzak Doğu’da değil Uzak Batı’da da aynı
             şekilde anlaşıldığını vurgular. Atalarının inandıkla-
             rı yanlış uygulamalara uymak, Bakara Suresi, 170.
             ayette,  Allah’ın  indirdiğine  uyun,  emrine  karşın
             atalarının  dinine  uymayı  seçen  kavim  üzerinden
             açıkça reddedildiğine vurgu yaparak Akif de Çin ve
             Mançurya halkları üzerinden doğu-batı bütün yan-
             lış yolda olanları eleştirir. Bütün bu ciddi mesele-
             leri aynı zamanda ince bir alayla dile getirir Akif.
             Çin’de  gezerken  vaize,  “Öyle  Kur’an  okuyorlar
             ki: Sanırsın Çince!” dedirterek okuduklarını anla-
             mayan insanlar için kullanılan bir deyimi ince bir
             espriye dönüştürür.

             Daha doğuya giderek Japonya’ya varan vaiz, bura-
             da İslam’ın tevhit hariç muntazaman uygulandığını
             görür ve şaşırır. Dürüstlük, söze sadakat, merhamet,
             güçsüzleri  korumak,  israftan  kaçınma,  paylaşma
             gibi ahlaki değerlere oldukça bağlı olduklarını fark
             eder. Ancak bu bağlılık onların dini inançları kay-  gelişme  seviyesi  yakalanabilecektir.  Bu  hayal-
             naklı değil, daha çok toplumsal davranış özellikleri   le hemen Osmanlı topraklarına, İstanbul’a dönüş
             olarak görülür. Tabii tevhit olmadan yapılan amel-  için harekete geçer vaiz. Burada önceden tanıdığı
             lerin ibadet karşılığı olmadığını bildiğinden onlara   bir  Rus’un  ağzından  hasta  adam’ın  canlandığını
             karşı bir özenmeden bahsetmez. Yalnız inançları ol-  ve toparlanmaya başladığını bildiriyor. Ancak vaiz
             madığı halde toplumsal düzende sağladıkları seviye   İstanbul’a vardığında karşılaştığı manzara pek de
             vaizi etkilemiştir. Yine övgüyle bahsettiği bir ülke   umduğu  gibi  değildir.  Bir  hürriyet  havası  vardır
             de Hindistan’dır. Burada da âlimlerin ve yetişmiş   ama okullar kapalı, sanayi işlemez, insanlar düşün-
             gençlerin olduğunu belirtir, eğitim için İngiltere’ye   mez, gazeteler nifak saçar hâlde bulur. Bu manzara
             giden gençlerin benliklerini, milliyetlerini kaybet-  karşısında; “Vatanın tâkati yoktur yeniden ihmale:
             meden ilim-fen alıp ülkelerine hizmet için geri gel-  / Dolu dizgin gidiyor baksana izmihlâle!” diyerek
             diklerini bahseder.                          bu şartlarda gidişin yok oluşa yol açacağını söyler.
                                                          Bu yok oluştan meydana çıkan boşluğu da çan’ın
             Hindistan’dayken Kanuni Esasi’nin kabulü habe-  dolduracağını söyler.
             ri ulaşır kendisine. Bunu çok kutlu bir haber ola-
             rak algılar ve hemen inanamaz. Çünkü hayalinde   Müslüman, fırka belâsıyla zebun bir kavmi,
             beklediği  bu  özgürlüklerle  padişahın  yanlış  uy-  Medeni Avrupa üç lokma edip yutmaz mı?
             gulamalarının  önüne  geçilebilecektir.  Halk  daha   Ey cemâat, yeter Allah için olsun, uyanın…
             rahat  şekilde  inançlarını  yaşayabilecek,  istenilen   Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın! 8


             8   Safahat, Mehmed Akif Ersoy, S: 350 - 352, Zaman Yayınları, 2007


                                                                                            2022/2   139
   136   137   138   139   140   141   142   143   144   145   146