Page 11 - Efsane
P. 11

döndü.

               Keşke askerlerin silahlarından birini ele geçirebilseydik. Pazarda böyle güzel bir
               silahın fiyatı çok fazla değildi; 480 Not, bir ocaktan daha ucuz. Bütün silahlar
               gibi hassas, mıknatıs ve elektrik akımı güdümlü ve üç bina ötedeki bir hedefi

               tam on ikiden vurabilen bir silah. Babamın dediğine göre, teknolojisi
               Koloniler’den çalınmıştı ancak tabii ki Cumhuriyet bunu asla size söylemezdi.
               Tess'le istesek bunlardan beş tane satın alabilirdik... Yıllar geçtikçe çaldığımız
               paradan arttıkça biriktirmeyi ve acil durumlar için saklamayı öğrendik. Ancak
               bir silaha sahip olmakla ilgili asıl sorun parası değil, izinin sürülüp sizi
               bulabilecek olmalarıydı. Her silahta kullanıcının elinin şeklini, başparmağının
               izini ve bulunduğu yeri rapor eden bir alıcı bulunuyordu. Beni herhalde bundan

               daha fazla ele verebilecek bir şey olamazdı. Bu yüzden ben de kendi yaptığım
               silahlarla, PVC sapanlarım ve diğer ıvır zıvırlarla idare ediyordum.

               "Bir tane daha buldular," dedi Tess. Daha iyi görebilmek için gözlerini kıstı.


               Aşağıya bakınca askerlerin başka bir evden çıktıklarını gördüm. İçlerinden biri
               sprey boya kutusunu çalkalayıp kapıya devasa bir X çizdi. O evi bitiyordum.
               Orada yaşayan ailenin benim yaşımda küçük bir kızları vardı. Küçük bir
               çocukken erkek kardeşlerim ve ben, onunla ebelemece ve sokak hokeyi
               oynardık. Buruşturulmuş kâğıtlar ve demir sopalar kullanırdık.


               Tess ayağımın dibindeki bez bohçayı başıyla işaret ederek dikkatimi başka yöne
               çekmeye çalıştı. “Onlara ne getirdin?”


               Gülümsedim ve bezi çözmek için aşağıya uzandım. “Bu hafta sakladığımız
               şeylerin bir kısmı. Tarama geçtikten sonra iyi bir kutlama olacak.’’ Bohçanın
               içindeki küçük eşya yığınının içine elimi atıp kullanılmış bir koruyucu gözlük
               çıkardım. Camlarında çatlak olmadığından emin olmak için tekrar kontrol ettim.
               “John için. Erken bir doğum günü hediyesi." Ağabeyim bu haftanın sonunda 19
               yaşına giriyordu. Mahalledeki santralin friksiyon ocaklarında on dört saat mesai
               yapıyor ve duman yüzünden eve hep gözlerini ovuşturarak geliyordu. Bu

               gözlükleri ordu erzak sevkiyatından çalabilmem büyük şanstı. Onu yere bırakıp
               diğerlerini karıştırdım. Çoğunlukla bir hava gemisinin kafeteryasından çaldığım,
               içinde et ve patates kızartması bulunan tenekeler, bir de tabanları sağlam bir çift
               eski ayakkabı. Keşke bunları verirken onlarla aynı odada olabilseydim. Ama
               hayatta olduğumu sadece John biliyordu ve anneme ya da Eden’a söylememe

               konusunda söz vermişti.
   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15   16