Page 707 - Yaratılış Atlası 2. Cilt
P. 707

Harun Yahya





                 DNA Molekülünün Kökeni


                 Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi, evrim teorisi moleküler düzeyde de önemli bir aç-

             mazdadır. Amino asitlerin kökeni evrim teorisi tarafından hiçbir şekilde açıklanamamıştır. Proteinlerin
             kökeni ise, evrim açısından çok daha büyük bir sorundur.
                 Ancak, sorun yalnızca amino asit ve proteinlerle de sınırlı değildir; bunlar sadece bir başlangıçtır.

             Bunların da ötesinde asıl olarak, canlı hücresinin olağanüstü kompleks yapısı evrim açısından büyük bir
             problem oluşturur. Çünkü hücre, amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın değil, insanoğlunun
             şimdiye kadar karşılaştığı en kompleks sistemlerden biridir.
                 Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama çabasındaki evrim teorisi, hücredeki en temel molekülle-
             rin varlığına bile tutarlı bir açıklama getirememişken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitle-

             rin, yani DNA ve RNA'nın keşfi, teori için yepyeni problemler doğurdu. 1953 yılında James Watson ve
             Francis Crick adlı iki bilim adamının çalışmaları, DNA'nın hayranlık verecek derecedeki kompleks ya-
             pısını ve yaratılışını gün ışığına çıkardı.

                 Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudu-
             nun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümünden iç organ-
             larının yapılarına kadar DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA'daki bilgi, bu molekü-
             lü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu mo-
             leküller, isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. İnsanlar arasındaki tüm yapısal fark-

             lar, bu harflerin diziliş sıralamaları arasındaki farktan doğar. Bu, dört harfli bir alfabeden oluşan bir tür
             bilgi bankasıdır. DNA'daki harflerin diziliş sırası, insanın yapısını en ince ayrıntılarına dek belirler. Boy,
             göz, saç ve cilt rengi gibi özelliklerin yanı sıra, vücuttaki 206 kemiğin, 600 kasın, 100 milyar sinir hücre-

             sinin, beyin hücreleri arasındaki 1000 trilyon bağlantının, 97.000 kilometre uzunluğundaki damarların
             ve 100 trilyon hücrenin planı tek bir hücrenin DNA'sında mevcuttur. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi
             kağıda dökmeye kalksak, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız ge-
             rekir. Fakat, bu inanılmaz hacimdeki bilgi, milimetrenin yüzde biri büyüklüğündeki hücrenin, ondan
             çok daha küçük olan çekirdeğinde saklı bulunan DNA'nın genlerinde şifrelenmiştir.



                 DNA Rastlant›larla Aç›klanamaz


                 Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir geni oluşturan nükleotidlerde meydana gele-
             cek bir sıralama hatası, o geni tamamen işe yaramaz hale getirecektir. İnsan vücudunda yaklaşık 30 bin
             gen bulunduğu düşünülürse, bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin doğru sıralamada tesadüfen
             oluşabilmelerinin kesinlikle imkansız olduğu görülür. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu im-

             kansızlıkla ilgili olarak şunları söyler:

                 Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde
                 ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa,
                 1000 nükleotidlik bir dizi, 4  1000  farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam

                 ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.    214
                 4 1000 'de 1, "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda, 10 'de 1 anlamına gelir. Bu sayı 10'un yanına 600
                                                                                600
             sıfır eklenmesiyle elde edilir. 10'un yanında 12 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 600 tane sıfırlı bir ra-

             kamın gerçekten de kavranması mümkün değildir.
                 Nükleotidlerin tesadüfen biraraya gelerek RNA ve DNA'yı oluşturmalarının imkansızlığını, evrim-
             ci Fransız bilim adamı Paul Auger de şöyle ifade etmektedir:

                 Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence

                 iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki
                 mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine bağlanmaları. İşte bu ikincisi, olanaksızdır.       215









                                                                                                                          Adnan Oktar    705
   702   703   704   705   706   707   708   709   710   711   712