Page 348 - Risale-i Nur - Lem'alar
P. 348

OTUZUNCU  LEM’A                                                                                                          351


                 MÜHİM  BİR SUÂLE  KAT'Î BİR  CEVAB:  Ehl-i dalaletten bir
          kısmı  diyorlar  ki:  "Kâinatı  bir  Faaliyet-i  Daime  ile  tağyir  ve  tebdil  eden
          Zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir."

                 Elcevab: Hâşâ!.. Yüzbin defa hâşâ!.. Yerdeki âyinelerin tegayyürü,
          gökteki  Güneş'in  tegayyürünü  değil,  bilakis  cilvelerinin  tazelendiğini
          gösterir. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe Kemal-i Mutlakta ve İstiğna-
          yı Mutlakta,  maddeden mücerred, mekândan, kayıddan, imkândan  münez-
          zeh, müberra, muallâ olan bir Zât-ı Akdes'in tegayyürü ve tebeddülü muhal-
          dir. Kâinatın tegayyürü, Onun tegayyürüne değil, belki adem-i tegayyürüne
          ve gayr-ı  mütehavvil olduğuna delildir. Çünki  müteaddid şeyleri  intizamla
          daimî tağyir ve tahrik eden bir Zât, mütegayyir olmamak ve hareket etme-
          mek  lâzım  gelir.  Meselâ;  sen  çok  iplerle  bağlı  çok  gülleleri  ve  topları
          çevirdiğin  ve  daimî  İntizamla  tahrik  edip  vaziyetler  verdiğin  vakit,  senin
          yerinde durup tegayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o İntizamı
          bozacaksın.

                 Meşhurdur ki: İntizamla tahrik eden, hareket etmemek ve devam ile
          tağyir eden, mütegayyir olmamak gerektir; tâ ki o iş intizamla devam etsin.

                 Sâniyen:  Tegayyür ve tebeddül; hudûstan ve  tekemmül etmek için
          tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddîlikten ve imkândan ileri geliyor. Zât-ı
          Akdes  ise hem  Kadîm, hem her  cihetçe  Kemal-i Mutlakta, hem  İstiğna-yı
          Mutlakta,  hem  maddeden  mücerred,  hem  Vâcib-ül  Vücud  olduğundan;
          elbette tegayyür ve tebeddülü muhaldir, mümkün değildir...

                 B e ş i n c i    Ş u a : İki Mes'eledir:

                 Birinci  Mes'elesi:  İsm-i  Kayyûm'un  Cilve-i  A'zamını  görmek
          istersek,  hayalimizi  bütün  Kâinatı  temaşa  edecek;  biri,  en  uzak  şeyleri;
          diğeri,  en  küçük  zerreleri  gösterecek  iki  dûrbîn  yapıp  birinci  dûrbînle
          bakıyoruz,  görüyoruz  ki:  İsm-i  Kayyûm'un  Cilvesiyle,  Küre-i  Arz'dan  bin
          defa büyük  milyonlar küreler, yıldızlar,  direksiz olarak  havadan daha latif
          olan madde-i esîriye içinde kısmen durdurulmuş, kısmen Vazife için seyahat
          ettiriliyor.  Sonra  o  hayalin  hurdebîni  olan  ikinci  dûrbîniyle,  küçük  zerratı
          görecek  bir  suretle  bakıyoruz.  O  Sırr-ı  Kayyûmiyetle,  zîhayat  Mahlukat-ı
          Arziyenin  herbirinin  zerrat-ı  vücudiyeleri,  yıldızlar  gibi  muntazam  bir
          vaziyet alıp hareket  ediyorlar ve  Vazifeler görüyorlar...  Hususan zîhayatın
          kanındaki  "küreyvat-ı  hamra  ve  beyza"  tabir  ettikleri  zerrelerden  teşekkül
          eden  küçücük  kütleleri,  seyyar  yıldızlar  gibi,  mevlevîvari  iki  hareket-i
          muntazama ile hareket ediyorlar görüyoruz.
   343   344   345   346   347   348   349   350   351   352   353