Page 343 - Risale-i Nur - Lem'alar
P. 343

346                                                                                                                           LEM’ALAR


           hususan  zîhayatlarda  hadsiz  Dekaik-ı  San'at  bulunması,  Zât-ı  Kayyûm-u
           Ezelî'nin  nazarına  arzetmek,  yani  Zât-ı  Kayyûm-u  Ezelî  kendi  san'atını
           kendisi temaşa etmek olan Hikmet-i Hilkat, o büyük masarıfa kâfi geliyordu.
           Bir zaman sonra gördüm ki: Mevcudatın şahıslarında ve suretlerindeki Deka-
           ik-ı San'at devam etmiyor; gayet sür'atle tazeleniyor, tebeddül ediyor; niha-
           yetsiz bir Faaliyet ve bir Hallakıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu Hallakıyet
           ve bu Faaliyetin Hikmeti elbette o Faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım
           geliyor,  diye  Tefekküre  başladım.  Bu  defa  mezkûr  iki  Hikmet  kâfi
           gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gayet merak ile ayrı bir Hikmeti ara-
                                                     م
                                                            للّ     ْلا
           maya ve taharriye başladım. Bir zaman sonra,   ح  ى ى ٰ     Kur'an-ı Mu'ciz-ül


                                                    د
                                                       َ ْ
           Beyan'ın Feyzi ile, Sırr-ı Kayyûmiyet noktasında azîm hadsiz bir Hikmet, bir
           gaye göründü. Ve Onun ile "Tılsım-ı Kâinat" ve "Muamma-yı Hilkat" tabir
           edilen  bir  Sırr-ı  İlahî  anlaşıldı.  (Yirmidördüncü  Mektub'da  tafsilen  beyan
           edildiğinden, burada yalnız icmalen iki-üç noktasını  Üçüncü  Şua'da zikre-
           deceğiz.) Evet Sırr-ı Kayyûmiyetin Cilvesine bu noktadan bakınız ki; bütün
           mevcudatı     ademden     çıkarıp ,     herbirisini     bu      nihayetsiz      fezada
                            ى ى
                نو  ٍ    م   د      ت   ر    ع    ىيْغب تاوم   سلا    فر   ع     َ َ َ    ىذ  ا     َل ۪    للَّا Sırrıyla durdurup, Kıyam ve
             ا
                                                  ُ ٰ
                                    َ َ ٰ
                           َ
                       َ َ َ َ َ َ ْ
                          ْ
           Beka verip, umumunu böyle Sırr-ı Kayyûmiyetin Tecellisine mazhar eyliyor.
           Eğer bu Nokta-i İstinad olmazsa; hiçbir şey kendi başıyla durmaz. Hadsiz bir
           boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek.

                  Hem nasılki  bütün  mevcudat,  Vücudları ve  Kıyamları  ve Bekaları
           cihetinde Kayyûm-u Zülcelal'e dayanıyorlar; Kıyamları Onunladır.. öyle de:
           Mevcudatın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın)
           telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan Sırr-ı

                           ل

           Kayyûmiyette     ُك  ْ ُ       ْا   َل   م   ر       عجر   ي  ْ ُ َ ْ    َلا   ي  ه  ى ى    و    Sırrıyla,  uçları  bağlıdır.  Eğer o

                          ه
                           ُّ
                                    ُ
                          ُ
                                               َ
           Nuranî  Nokta-i  İstinada  dayanmazlarsa,  Ehl-i  Akılca  muhal  ve  bâtıl  olan
           binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki, mevcudat adedince bâtıl
           olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ: Bu şey (Hıfz veya Nur veya
           Vücud veya Rızık gibi) bir cihette buna dayanır, bu da ötekine, o da ona..
           gitgide herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak...

                  İşte, bütün böyle silsilelerin müntehaları, elbette Sırr-ı Kayyûmiyet-
           tir.  Sırr-ı  Kayyûmiyet anlaşıldıktan  sonra, o  mevhum  silsilelerde birbirine
           dayanmak rabıtası ve manası kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya Sırr-ı
           Kayyûmiyete bakar.
   338   339   340   341   342   343   344   345   346   347   348