Page 619 - Risale-i Nur - Sözler
P. 619

OTUZİKİNCİ  SÖZ’ÜN  İKİNCİ  MEVKIFI                                                                                           621


           eder ki; o Kemalin ziyası, Şuun ve Sıfât ve Esma ve Ef'al ve Âsâr perdele-
           rinden geçtiği halde, şu Kâinatta yine bu kadar Hüsnü ve Cemâli ve Kemali
           göstermiş.

             İşte şu derece hakikî Kemâlât-ı Zâtiyenin Bürhan-ı Kat'î ile Vücudu sabit
           olduktan sonra, gayra bakan ve emsal ve ezdada tefevvuk cihetiyle olan nisbî
           Kemâlâtın ne ehemmiyeti kalır, ne derece sönük düşer, anlarsın...

             İkinci Hüccet: Şu Kâinata Nazar-ı İbretle bakıldığı vakit, Vicdan ve Kalb
           bir  Hads-i  Sadıkla  hisseder  ki:  Şu  Kâinatı  bu  derece  güzelleştiren  ve
           süslendiren ve enva'-ı mehasin ile tezyin edenin, nihayet derecede bir Cemâl
           ve Kemâlâtı vardır ki, şöyle yapıyor.

             Üçüncü Hüccet: Malûmdur ki; mevzun ve muntazam ve mükemmel ve
           güzel san'atlar, gayet güzel bir proğrama istinad eder. Mükemmel ve güzel
           bir proğram ise, mükemmel ve güzel bir İlme ve güzel bir Zihne ve güzel bir
           Kabiliyet-i Ruhiyeye delalet eder. Demek Ruhun manevî güzelliğidir ki; İlim
           vasıtasıyla san'atında tezâhür ediyor.

             İşte  şu  Kâinat,  hadsiz  mehasin-i  maddiyesiyle,  bir  manevî  ve  ilmî
           mehasinin tereşşuhatıdır. Ve o ilmî ve manevî Mehasin ve Kemâlât, elbette
           hadsiz bir sermedî Hüsün ve Cemâlin ve Kemalin Cilveleridir.

             Dördüncü Hüccet: Malûmdur ki; ziyayı verenin ziyadar olması lâzım..
           tenvir  edenin  nuranî  olması  gerek..  İhsan  Gınadan  gelir..  Lütuf  Latiften
           zuhur eder. Mâdem öyledir; Kâinata bu kadar Hüsün ve Cemâl vermek ve
           mevcûdata muhtelif Kemâlât vermek; ışık, güneşi gösterdiği gibi, bir Cemâl-
           i Sermedîyi gösterirler.

             Mâdem  mevcûdat,  zeminin  yüzünde  büyük  bir  nehir  gibi  Kemâlâtın
           lem'alarıyla  parlar  geçer.  O  nehir,  güneşin  Cilveleriyle  parladığı  gibi,  şu
           seyl-i mevcûdat dahi, Hüsün ve Cemâl ve Kemalin Lem'alarıyla muvakkaten
           parlar gider. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı Lem'aları göster-
           diklerinden anlaşılıyor ki: Cereyan eden suyun kabarcıklarındaki cilveler,
           güzellikler,  nasıl  kendilerinden  değil;  belki  bir  güneşin  ziyasının
           güzellikleri, cilveleridir. Öyle de: Şu Seyl-i Kâinattaki muvakkat parlayan
           Mehasin ve Kemâlât, bir Şems-i Sermedî'nin Lemaat-ı Cemâl-i Esmasıdır.
                                           ِ
                               ِ
                                                           ِ
                                                              ِ
                       ِ ضيفْلا عم ِمئاَّدلا  ِِّ لجت عم تادوجومْلا لاوز تٰارمْلا  ِ ن۪افت معن
                       ْ َ
                                                             ْ
                                                                    َ َ ْ َ َ
                                                      ُ َ َ
                                     َ َ َ َ
                           َ َ
                                              َ ُ ْ َ
   614   615   616   617   618   619   620   621   622   623   624