Page 231 - Risale-i Nur - Kastamonu Lahikası
P. 231

KASTAMONU LÂHİKASI                                                                                    233


           geldiği  cihetle,  bizce  gayet  parlak  ve  edibane  düşmüş.  Risale-i  Nur'a
           aid kısmını Lâhika'ya yazacağız. Hakikaten Risale-i Nur'un mühim ve
           Sebatkâr  ve  daimî  bir  Rüknü  olduğuna  şübhe  kalmamış.  Ona  ve
           rüfekasına  her  gün  hususî  Dualarımıza,  kazançlarımıza,  hususan  İnce
           Mehmed hissedar olmalarını ve Selâmımızı tebliğ edersiniz.
                  Merhum Lütfü'nün ciddî ve hakikî bir Vârisi olan Abdullah'ın
           Mektubunda, Risale-i Nur'la alâkadar olan başta Tahirî ve babası ve Ali
           ve  Vehbi,  Şükrü,  Mustafa,  Mehmed,  Hüseyin,  Mehmed,  Hakkı  ve
           bilhassa  eskiden  Risale-i  Nur'da  mevkii  bulunan  Büyük  Zühdü  gibi
           Kardeşlerimizin  Selâmları  beni  çok  ziyade  mesrur  eyledi.  Ben  de  o
           Kardeşlerimize  hem  Selâm,  hem  Dua,  hem  istid'a  ediyorum.  Onun
           Mektubundaki  sualleri  ise,  şimdi  bu  dakikada  ise  zihnim  başka  yerle
           meşgul, onların cevabına bakamıyor.
                  ......
                  Üçüncü  Mes'ele:  Bir  Kardeşimiz  kusurunu  görmediği
           münasebetiyle,  onu  ikaz  için  yazılmış  ince  bir  mes'eledir.  Belki  size
           faidesi olur diye yazdık.
                  Bir   zaman    Evliya-i   Azîmeden     nefs-i   emmaresinden
           kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli Mücahede-i Nefsiyeler ve nefs-i
           emmareden şekvalarını  gördüm. Çok  hayret  ediyordum. Hayli  zaman
           sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha
           ziyade  söz  dinlemez  ve  daha  ziyade  ahlâk-ı  seyyieyi  idame  eden  ve
           heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i
           emmarenin  son  tahassüngâhı  bulunan  ve  nefs-i  emmareyi  tezkiyeden
           sonra  onun  eski  vazife-i  seyyiesini  gören  ve  mücahedeyi  âhir  ömre
           kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım
           ki, o Mübarek Zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir
           nefs-i  emmareden  şekva  etmişler.  Sonra  gördüm  ki,  İmam-ı  Rabbanî
           dahi  bu  mecazî  nefs-i  emmareden  haber  veriyor.  Bu  ikinci  nefs-i
           emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini
           anlamıyor  ve  dinlemiyor  ki,  onlarla  ıslah  olsun  ve  kusurunu  anlasın.
           Yalnız  tokatlar  ve  elemler  ile  nefret  edip  veya  tam  bir  Fedailiğe  her
           hissini  maksadına  feda  etsin.  Ve  Risale-i  Nur'un  Erkânları  gibi
           herşeyini, enaniyetini bıraksın.

                  Bu acib asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile hem hakikî,
           hem mecazî iki nefs-i emmare ittifak edip; öyle seyyiata öyle günahlara
   226   227   228   229   230   231   232   233   234   235   236