Page 109 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 109
Düşünce/
yorum
Kutsal İnsan’ın
İnşâsı
M. Hakan ALŞAN* - Emir OMALA** - Semra SANDER***
ünya ve dünyanın şartlarına yabancılaş- olma yolculuğudur. İşte bu bir varmış, bir yokmuş
Dmış, hayatın gece ve gündüz, zevk ve acı, diye başlayan çok uzun bir hikâyenin (bizim hikâ-
doğum ve ölüm gibi birbirini izleyen kısır dön- yemizin) hem başlangıç hem de nirengi noktası-
güler içinde kapana kısılmış bir insanı hemen dır.
hepimiz içimizde yaşatırız. Bu bağlamda insanın
Peki, nasıl başlamış hikâyat…
kendiyle hesaplaşmasına, hayatının anlamını sor-
gulamasına yol açabilecek kişisel ve varoluşsal Dahası bu hikâyenin sonunda nasıl İnsan ı Kâ-
bir krizine istisnasız her insan mahzâ düşmekte- mil olabiliriz?
dir/düşmelidir.
Şöyle…
Bu erginlenme ve kendini anlama bunalımına
Hakk; âmâ makamının [derin bilinmezlik] ka-
fikir çilesi diyenler de vardır. Ancak tüm bu verti-
ranlığı içinde dipsiz bir hazineyken kendi içine
golarda ortak nokta şudur ki, hemen her şahsî ve
döner, özünün ihtişamını seyreder, bu özü sever
rûhsal bunalımın öbeğinde boşluk ve anlamsızlık
ve aşk saçar. Bu kusursuz hazinenin bilinmesini is-
duygusu ve buna bağlı olarak da değersizlik ve
ter ve görünür olmak için ışır, ışık olur. Varoluşun
amaçsızlık kuytusu bulunmaktadır.
anlaşılabilir başlangıcı bu yüce nûrun gizemin-
Filvâki, günlük hayatın meşgale, eğlence ve dedir. Bu ışıktan önce, kavranılamaz olan Hakk’ın
dalgınlığı içinde insan, ölüm için yaratılmış bir gizeminden başka hiçbir şey yoktu. Tıpkı beyaz-
varlık olduğunu unutup gitse de ölüm; hayatın dan başka hiçbir rengin olmadığı karda insanın
geçiciliğini, mal, mülk, iktidar sahibi olmanın boş- bir süre sonra kör olması gibi eğer karanlık/gölge
luğunu hatırlatır insana. Eğer bu dünyadaki mut- yoksa ışık da görülemez ve anlaşılamaz. İşte Al-
luluk sonsuz olsaydı, insan hiç başka bir dünyanın lah da anlaşılabilmek ve görülebilmek için, tıpkı
özlemini çeker miydi? Acı çekmek olmasaydı, cama ayna niteliğini kazandıran sır gibi, kendi
insan terk ettiği evini özleyip onu hatırlar mıydı? nûruyla karanlığa aynaymış gibi yansıtma özelliği
Bizi arayan, bizi çağıran ve bizi isteyen O’dur. Her kazandırır. Ancak bir nûr olan Allah; ayna ve ay-
zaman arayanın biz olduğumuzu düşünürüz ama nanın üstüne düşen görüntü, gerçekte bir ve ayna
daha derinlerde gizem şudur ki: Biz çağırılmakta- olan tek nûrdur. İşte Hakk’ın bilinmesini istediği
yız. Hakk’tan gelen inilti ya da yüreğimize konan gizli hazinesi, isim ve sıfatları -yâni evren-, Allah’ın
O’ndan ayrılık acısı, kişisel uzamımızdan menzile nûruyla aydınlanıp bir ayna niteliği kazanan ka-
giden en kestirme yoldur: Yani aşktır asıl olan. Bü- ranlıkta görünür hale gelir. Bu karanlık; tasavvufta
tün arayışlar aşka racidir ve aşktan nâşidir. Başka küll-i nefs, levh-i mahfuz, âyân-ı sâbite gibi adlar
deyişle sufilerin yoludur aşk… alır.
Çünkü dervişlerin işi, Allah’ı tanımayla da eş Bu ilk meydana çıkış, yâni varlığın ilk iniş mer-
anlamlı olan gerçek benliğe ulaşma, İnsan-ı Kâmil tebesinde henüz bir farklılaşma yoktur. Bir çeşit
* PDR Uzmanı (ARGEM)
** Sanat Yönetmeni (TRT)
*** Redaktör (ARGEM)
107