Page 110 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 110
ilksel okyanus ya da kozmik su gibi de düşünüle- şır. Ancak nasıl bir çiçek tohumu henüz bir çiçek
bilecek olan bu ayna, bir döl yatağı gibidir. İçin- değilse ve çiçek olabilmesi için tohumun toprağa
de gizli hazinenin bütün içeriği tezâhür etmeye ekilip su verilmesi gerekiyorsa içimizdeki o ilâhî
hazır, tohum enerjiler halinde bulunur. Sonradan tohumun gelişebilmesi için de bedenin ve sos-
olacak hiçbir şey yoktur. Özetleyecek olursak, yal kişiliğin ihtiyaç duyduğundan tamâmen farklı
gerçek vücut tektir ve o da Hakk’tır. Yansıması da bir gıdaya ihtiyacı vardır. İşte insanın özgürlüğü,
küll-i nefs’tir. Bu yansıma ve yansıyan, yâni gören burada devreye girmektedir. Ya bu tohumu ekip
ve görünen ilişkisinden de bilgi -yâni ilâhî anla- besleyecek ya da olduğu gibi eksik insan olarak
yış ya da ilâhî bilinç- doğar. Buna kelâm da denir. kalacaktır.
Bu; varlık, kendini kendisi vasıtasıyla bilir anla-
Herkesin mikro-hikâyesinde yahut biyografi-
mına gelir. İnsan-ı Kâmil, hakîkât nûru ya da küllî
sinde, Hayat, Tanrı ya da Varoluş, nasıl adlandırır-
akıl gibi adlar da alan bu ilâhî bilinç; küll-i nefste
sanız; kapıyı çalar, sürekli olarak çeşitli vesilelerle
tasarı halinde bulunan bütün yaratılmış ve yara-
çalar ama biz hiç evde değilizdir. Dış dünyada şu-
tılacak olan şeyleri tecellî ettirip ona biçim vere-
nunla bununla uğraşmaktan içimizden gelen sesi
cek bir güç olduğu gibi, bu gizli hazineyi anlayıp
duyamayız. O ses; kendini doyumsuzluk, sıradan
idrâk edebilecek bir bilinçtir. Özetle küllî akıl ya
yaşantılarımızın hoşnutsuzluğu olarak gösterir. Bu
da insan-ı kâmil denen bu ilâhî bilinç; bütün rûh-
sese sağır kaldıkça hadiseler bizi sonunda trajik bir
ların, insanın ve maddî eşyanın temel maddesi yaşamın içine doğru vakumlar. Pek azımız bu sese
olan evrensel rûh yâni ilâhî bilinçtir. Bu evrensel
kulak verir ve çileye soyunur ve talip olur. Çünkü
ya da kozmik rûh, Allah’ın “kün” yâni “ol” emriyle
tasavvuf yolunu istemek, hayatta istenebilecek en
görünür, bilinir olabilmek için -yâni maddî evreni
zor hayat tarzıdır. Olgunlaşmanın kestirmesi yok-
tezâhür ettirebilmek için- görünmez âlemden var-
tur. Hiç kimse disiplin ve ferâgatin ağır ilkelerini bir
lık dünyasına inince önce cansız varlık -yâni mi- kenara iterek aydınlığa ulaşamaz. Onu hedefe gö-
neral-, sonra bitki, sonra hayvan, sonra da insan
türecek olan yol, yalnızlık ve harap olma yoludur.
biçiminde görünür. Görüldüğü gibi bu rûh, canlı Dünyadan zâhirî bir çekilişi değil, içsel bir kopuşu
cansız her şeyin içinde vardır ve her varlık bir ilâhî esas alır. Sonuç olarak kendini tanımaya çalışmak
ismin zuhûru olup hepsinin aslı birdir. Ancak Al- zor bir yoldur ve bu yolda insanın kendiyle yüzleş-
lah, sadece insanın kalbine kendinden bir parça- mesi insanlığın en büyük savaşıdır.
yı da gizlemiştir. İşte böylece insan mertebesine
Kendini tanımak, sanıldığı gibi kendi maddî
yükselen evrensel rûh, geldiği yere dönebilmek
için kendi çabası ve Allah’ın lütfuyla derece dere- bedenini ya da insan psikolojisini tanıma me-
ce yükselerek yeniden küllî akıl ya da İnsan-ı Kâ- selesi değildir, çünkü tasavvufa ve diğer büyük
mistik akımlara göre normal hâliyle insan, sadece
mil olur; Allah’a, aslına kavuşur. Bu iniş ve çıkışa,
Allah’tan inip Allah’a yükselmeye “devir” denir. isim olarak insandır. Gerçeği görmesini engelle-
yen göz bağıyla dönüp duran dolap beygirlerine
İniş Allah’ın işiyken, yükseliş insanın da çabasını
gerektirir. Çünkü insan, artık hayvan değildir ama benzer. Bilinci olmadan, bitkisel olarak yaşamak
hayat değildir. Rûhsal gözler tamâmen açılma-
henüz olabileceğini de olmamıştır. Yâni devir,
dan, yâni kalp tamamıyla ışıkla dolup gerçek
tekâmül [erginlenme] tamamlanmamıştır.
benliğimizi görmeden bizler, uyanık veya bilinçli
İnsana kadar tekâmül, mekanik ve doğaldır; değilizdir. Normal, insanî aklımız; benlik bilgisine
kendi gömüsündeki bilişle kendinden-kendine erişemez. Mârifete, yâni ilâhî bilgiye ulaşabilme-
oluşur. Ancak insanla birlikte, bilinç de doğar. Bi- miz için son derece hassas, latif, eşsiz ve anlaşıl-
linç bireyselliği yaratır. Bilinçten önce bireysellik ması zor bir başka yeteneğimiz daha vardır; o
yoktu, yâni yalnızca türler vardı. Bilinçle birlikte da kalptir, gönüldür. Çoğumuzun ondan haberi
bireyselliğinin -yâni kendinin- farkına varan insan; bile yoktur. Olsa olsa onu, en fazla vicdan olarak
kendini ayrı bir bütün olarak görmeye başlar ki, hissederiz. Oysa her şeyin özünün bilgisi kalpte
bu da bir bakıma yalnız olmak demektir. Yâni ar- mevcuttur. Bu bilgi içten, kalpten gelir. Çünkü Al-
tık insan gelişme ya da gelişmeme, daha yüksek lah, kendinden bir parçayı da; o ilâhî tohumu, o
bir bilinç düzeyine doğru evrim geçirme ya da ilâhî bilinci kalbin en derinine gizlemiştir. Ben de-
gerileme özgürlüğü ve seçimine sahiptir. Kısa- nilen varlık, hakîkatte O’dur. İnsanın kalbinde de
cası, bilinçli evrim insanla başlamıştır. Ancak bu gizlenmiş bulunan bu ilâhî bilinç, “kün” emriyle
evrim, insan onu başlatmayı seçtiği zaman ger- ve “yekün” olarak bağırdan taşmış ve şekli tezâ-
çekleşir. Bir ağacın ağaç olabilmesinin bütün sırrı hür ettirmek için kendini yer ve gök olarak ikiye
tohumunda gizlidir. Bu tohumun, ağaç olmayla bölmüştür. Göksel unsurlar, yâni Tanrı sûretindeki
ilgili tüm bilgiyi taşıması gibi toprağa benzeyen ilâhî dua; ucu yukarı dönük üçgenle temsil edilir.
bedenimiz için de Allah’ın kalbimize sakladığı o Ters, yâni ucu aşağı dönük üçgense dik üçgenin
küçücük tohum da insan-ı kâmil olma bilgisini ta- kozmik suların aynasına ters yönde yansımasıdır.
108