Page 109 - Efsane
P. 109
DAY
GENELDE LAKE'İN SOKAKLARINDAKİ KALABALIĞA minnettardım.
Kalabalığın arasına karışıp çıkmak, eğer peşinizde izinizi süren ya da kavga
edecek biri varsa onlardan kurtulmak için idealdi. Bu kalabalık sokaklardan kaç
kere faydalandığımı hatırlamıyordum bile. Ama şu anda beni sadece
yavaşlatıyorlardı. Göl kıyısındaki kestirmeden gitmeme rağmen sirenlerin sadece
bir milim önüne geçebilmiş durumdaydım. Eve varana kadar aramızdaki
mesafeyi açma şansım olmayacaktı.
Onları dışarı çıkaramayacaktım. Fakat her ne pahasına olursa olsun denemem
gerekiyordu. Askerler onlara ulaşmadan yanlarına varmalıydım.
Arada bir durup araçların hâlâ düşündüğüm yönde gittiklerine emin oldum. Tabii
ki doğrudan bizim mahalleye giden yolu izliyorlardı. Daha hızlı koştum.
Yanlışlıkla yaşlı bir adama çarptığımda bile durmadım. Tökezleyip kaldırıma
düştü. "Özür dilerim,” diye seslendim. Bana bağırdığını duyabiliyordum ama
arkaya bakamaya bile zamanım yoktu.
Evimize yaklaşırken terlemeye başladım, hâlâ sessiz ve karantina şeritleriyle
çevriliydi. Arka bahçemizdeki kırık dökük çitlere varana kadar evlerin
arkalarından dolaştım. Çitteki bir çatlaktan içeri girip gevşek döşemeyi kenara
alıp sundurmanın altına daldım. Havalandırmanın altına bıraktığım papatyalar
hâlâ oradaydılar ama solup kurumuşlardı. Yerdeki boşluklardan bakınca annemin
Eden'ın başucunda oturduğunu görebildim. John yakındaki muslukta bir bezi
ıslatıyordu. Gözlerim Eden’a kaydı. Şimdi daha da kötü görünüyordu; sanki
teninin tüm rengi solmuş gibiydi. Aralıklarla rahatsız sesler çıkararak nefes
alıyordu, bunu bulunduğum noktadan bile duyabiliyordum.
Aklım bir çözüm bulabilmek için çırpınıyordu. John, Eden ve anneme buradan
kaçmaları için yardım edebilirdim fakat veba devriyesi ya da sokak polisiyle
karşılaşma riski vardı. Belki de Tess'le birlikte genelde saklandığımız yerlere
sığınabilirdik. John ve annem koşabilecek kadar güçlüydüler ama Eden buna
nasıl ayak uyduracaktı? John onu ancak belli bir yere kadar taşıyabilirdi. Belki