Page 107 - Efsane
P. 107

JUNE







               DAY’İ HAREKETE GEÇİRMEK İÇİN BAŞKA BİR ŞEY SÖYLEMEME gerek kalmadı.
               Figueroa ve Watson’a doğru giden araçların sirenleri tam da Thomas’ın söz
               verdiği gibi duyulmaya başlamıştı.

               “Ne demek istiyorsun?” dedi Day. Henüz paniğe kapılmamıştı. “Ne demek ailemi almaya geliyorlar? Bunu
               nereden biliyorsun?” “Bunu sorgulama. Bunun için zamanın yok.” Duraksadım. Gözleri o kadar korku dolu
               -o kadar korumasız- görünüyordu ki ona yalan söyleyebilmek için birden bütün gücümü kullanmam gerekti.
               Dün gece hissettiğim öfkeden güç aldım. “Dün gece karantina bölgesindeki aileni ziyaret etliğini gördüm,
               evet. Bugün de bazı nöbetçilerin bugün yapılacak toplama hakkında konuştuklarını duydum. Üç çizgili X
               bulunan evden bahsettiler. Sana yardım etmeye çalışıyorum; hemen onların yanına gitmen gerekiyor,
               şimdi!’’
               Day’i en zayıf noktasından vurmuştum. Bir an bile durmadı, dediklerimi sorgulamadı, neden bunları ona
               hemen söylemediğimi bile. Ayağa kalktı, sirenlerin geldiği yönü belirleyip sokaktan fırladı. Şaşırtıcı
               derecede içimde bir suçluluk dalgası hissettim. Bana güveniyordu; tamamen, aptal gibi, bütün kalbiyle
               güveniyordu. Acaba şu ana kadar hiç kimse sözlerime böylesine güvendi mi diye merak ettim. Belki Metias
               bile bu kadar inanmamıştı bana.

               Tess git gide artan bir korkuyla gidişini izledi. “Hadi, onu takip edelim!” diye bağırdı. Ayağa fırlayıp elimi
               tuttu. “Yardımımıza ihtiyacı olabilir.”

               “Olmaz,” diye çıkıştım. “Sen burada bekle. Ben onu takip ederim. Ortalarda görünme ve sessiz ol, biri seni
               almaya gelecek.”

               Sokaktan çıkarken Tess’in cevap vermesini beklemedim. Omzumdan geriye doğru bakınca Tess’in
               arkamdan kocaman gözlerini bana odaklamış olduğunu gördüm. Önüme döndüm. Onu bu işin dışında
               tutmak en iyisiydi. Eğer bugün Day’i tutuklarsak ona ne olacak? Dilimi şaklatıp mikrofonumu açtım. Bir
               anlığına statik kulağımı tırmaladı. Sonra Thomas’ın sesini duydum. “Konuş benimle,” dedi. “Neler oluyor?
               Neredesin?”

               “Day, Figueroa ve Watson'a doğru ilerliyor şu anda. Peşindeyim.”

               Thomas derin bir nefes aldı. “Tamam. Biz de yola çıktık Birazdan görüşürüz.”

               “Ben söylemeden saldırıya geçmeyin, kimse zarar görmesin,” söze diye başladım ama statik kesildi.

               Sokaktan aşağı doğru koşuyordum, kesiğim isyan edercesine acıyordu. Day çok uzağa gitmiş olamazdı;
               benden sadece yarım dakikalık mesafede öndeydi. Dün gece gittiği yönde ilerliyordum, güneye, Birlik
               İstasyonuna doğru.

               Tabii ki çok geçmeden Day’in eski şapkasını uzakta, kalabalığın arasında seçebildim.

               Bütün kızgınlığımı, korkumu ve endişemi kafasının arkasında yoğunlaştırdım. Onu takip ettiğimi anlamasın
               diye aramızda mesafe bırakmaya uğraşıyordum. Bir yanım onun beni Skiz dövüşünden nasıl kurtardığını,
               yanımdaki bu yaranın iyileşmesine yardım edişini, ellerinin ne kadar nazik olduğunu hatırladı. Ona
   102   103   104   105   106   107   108   109   110   111   112