Page 110 - Efsane
P. 110
onları gizlice bir kargo trenine bindirmenin yolunu bulabilirdim, böylece ülkenin
içine doğru bir yerlere kaçmayı başarabilirlerdi, bilmiyordum. Eğer devriyeler
Eden'ın peşine düştüyse annemin ve John’un işlerini bırakıp kaçmaları, durumu
daha da kötüleştiremezdi. Ne de olsa karantina altındaydılar. Onları Arizona ya
da Batı Texas’a götürebilirdim, belki bir süre sonra da devriyeler onları aramayı
bırakırlardı. Ayrıca belki de kendimi kandırıyordum ya da Kız yanılıyordu, belki
de devriyeler bizim eve gitmiyordu. Eden’ın ilacı için para biriktirmeye devam
edebilirdim. Bütün bu endişem boşuna olabilirdi.
Fakat uzaktan gelen siren seslerinin arttığını duyabiliyordum.
Eden için geliyorlardı.
Kararımı verdim. Sundurmanın altından çıkıp arka kapıya doğru gittim. Orada
hastane araçlarının sesini çok daha iyi duyabiliyordum. Yaklaşıyorlardı. Arka
kapıyı açıp oturma odasına doğru yürüdüm.
Derin bir nefes aldım.
Sonra da kapıyı tekmeleyip ışığın içine girdim. Annem korkuyla çığlık attı. John
bana döndü. Bir an ne yapacağımızı bilemez bir halde öylece durduk.
"Ne oldu?” Yüz ifademi görünce rengi soldu. "Burada ne işin var? Bana neler
olduğunu anlat.” Sesini dizginlemeye çalışıyordu ama bir şeylerin çok kötü
gittiğinin farkındaydı, aileme kendimi göstermeye zorlayacak kadar kötü hem
de.
Kafamdan yıpranmış şapkamı çıkardım. Saçım karmakarışık bir şekilde düştü.
Annem sargılı elini ağzına götürdü. Gözleri önce şüphe doldu, sonra da büyüdü.
"Anne, benim,” dedim. "Daniel.”
Yüzünden farklı duyguların geçişini izledim -kuşku, neşe, kafa karışıklığı- ve bir
adım öne geldi. Gözleri, John ile benim aramda gidip geldi. Neyin onu daha çok
şoke ettiğini bilmiyordum; hayatta olmam mı yoksa John’un bunların hepsinden
haberdar olması mı?
"Daniel?" diye fısıldadı.
Eski adımı söylediğini duymak çok garipti. Annemin yaralı ellerini tutmak için
yanına koştum. Titriyorlardı. "Açıklayacak zaman yok." Gözlerindeki ifadeyi