Page 113 - Efsane
P. 113
koyu, altın pırıltılar saçan gözleri. Metias isimli genç yüzbaşı. Los Angeles
Merkez Hastanesi'ni soyduğum gece kendisinden kaçtığım adam. Gözleri
aynıydı.
Metias onun yakını olmalıydı. Bu kız da tıpkı onun gibi ordudaydı. Aptallığıma inanamıyordum. Bunu daha
erken görmüş olmalıydım. Metias da orada mı diye diğer askerlerin yüzlerini taradım ama sadece Kız vardı.
Onu benim izimi bulsun diye yollamışlardı.
Ve şimdi, aptallığımdan dolayı beni ve ailemi bulmuştu. Tess’i öldürmüş bile olabilirdi; ona güvenmiştim,
onu öpecek kadar ahmaktım. Hatta ona âşık olmuştum. Bu düşünce öfkeyle içimi yaktı.
Evimizden bir çarpma gürültüsü geldi. Bağrışmalar ve çığlıklar duydum. Askerler onları bulmuştu;
döşemeleri kırıp onları yerden çıkardılar. Aşağı in! Neden çatıda saklanıyorsun? Onlara yardım et!Ama
bunu yapmam, sadece onların benimle bağlantısını ortaya çıkarırdı ve böylelikle kaderleri belirlenmiş
olurdu. Elim kolum bağlanmıştı.
Gaz maskeli iki asker evin arkasından çıktı, aralarına annemi almış yaka paça götürüyorlardı. Hemen
arkalarından onlara bağırıp annemi bırakmalarını söyleyen John’u tutan askerler geldi. En son da bir çift
hastane görevlisi geçti. Eden’ı bir sedyeye bağlamış, hastane aracına doğru götürüyorlardı.
Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Cebimden Tess'in bana verdiği, hastaneye girdiğim günden kalan üç gümüş
kurşunu çıkardım. Kendi yaptığım sapana birini yerleştirdim. Bir an için aklıma polis merkezine alevler
içindeki kartopunu gönderen yedi yaşındaki halim geldi. Sonra sapanı John’u tutan askerlerden birine
doğrulttum, lastiği geriye çekip bıraktım.
Kurşun boynunu o kadar şiddetle çizdi ki çarpmanın etkisiyle kan fışkırdı. Asker iki büklüm olup çılgınca
maskesini tutmaya çalıştı. Anında diğer polisler silahlarını çatıya doğrulttular. Bacanın arkasında hareketsiz
bir halde çömelerek bekledim.
Kız öne doğru çıktı. “Day." Sesi sokakta yankılandı. Aklımı kaçırıyor olmalıydım çünkü sesinde merhamet
duyuyordum. “Burada olduğunu ve neden buraya geldiğini biliyorum." John ve anneme doğru işaret etti.
Eden çoktan hastane aracına girmişti.
Artık annem bütün o JumboTron'larda gördüğü suçlunun ben olduğumu bilecekti. Ama hiçbir şey demedim.
Sapanıma bir kurşun daha koyup Kız'a doğrulttum.
"Ailenin güvende olmasını istiyorsun. Bunu anlıyorum,” diye devam etti. “Ben de ailemin güvende
olmasını istedim.”
Kolumu geriye doğru çektim.
Kızın sesi şimdi ısrarcı hatta yalvarır gibi çıkıyordu. "Şimdi sana kendi aileni kurtarma şansı veriyorum.
Teslim ol. Lütfen. Kimsenin canı yanmasın.”
Yanındaki askerlerden biri silahını yukarı doğrulttu. İçgüdüsel olarak elimdekini ona çevirdim. Tam dizine
isabet edip onu yere yapıştırdı.
Askerler beni kurşun yağmuruna tuttular. Bacanın arkasına sığındım. Kıvılcımlar etrafımı sardı. Dişlerimi
sıkıp gözlerimi kapadım; bu durumda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Çaresizdim.
Ateşi kestiklerinde bacadan kafamı uzatıp Kız’ın hâlâ orada olduğunu gördüm. Komutanı kollarını
kavuşturdu. Kız yerinden oynamadı.