Page 102 - Efsane
P. 102

DAY





               KIZ SONUNDA UYKUYA DALINCA, TESS VE ONUN YANINDAN ayrılıp tekrar ailemi ziyarete
               gittim. Serin hava zihnimi açtı. Sokaktan iyice uzaklaşınca derin bir nefes alıp adımlarımı hızlandırdım.
               Yapmamalıydım, dedim kendime. Onu öpmemeliydim. Özellikle de bunu yaptığıma bu kadar mutlu
               olmamalıydım. Ama mutluydum. Dudaklarını hâlâ dudaklarımda hissedebiliyordum, pürüzsüz tenini ve
               kollarını, ellerinin hafifçe titreyişini. Daha önce birçok güzel kız öpmüştüm ama hiçbiri onun gibi değildi.
               Daha fazlasını istedim. Geri çekilebildiğime inanamıyordum.

               Kendimi sokaklardan birine âşık olmama konuşunda uyarmak da buraya kadarmış.
               Şimdi de John’la buluşmam gerektiğine odaklanmaya zorladım kendimi. Kapımızdaki garip X işaretini
               görmezden gelip doğrudan sundurmadaki tahta döşemelere yöneldim. Kepenkleri çekilmiş, yatak odası
               penceresinden mum ışıkları titreşiyordu. Annem bu geç saatte Eden'ın başında durabilmek için ayakta
               olmalıydı. Karanlıkta bir an çömelip bekledim, omzumun üstünden boş sokaklara baktım, sonra da
               döşemeyi kenara itip dizlerimin üzerine çöktüm.

               Sokağın karşısındaki gölgelerin içinde bir şey hareket etti. Bir saniye durup gecenin içine gözlerimi kısarak
               baktım. Hiçbir şey yoktu. Kafamı eğip sundurmanın içine emekleyerek girdim.

               John mutfakta çorba gibi bir şey ısıtıyordu. Cırcır böceği sesine benzer bir ıslık çaldım üç kere; John bunu
               duyup arkasını dönene kadar birkaç kere denedim. Sonra sundurmadan çıkıp kardeşimle karanlıkta
               buluştuğumuz evin arka kapısına doğru gittim.

               "1600 Notum var,” diye fısıldadım. Ona keseyi gösterdim. "İlaç için yeterli sayılır. Eden nasıl?”

               John başını salladı. Yüzündeki kaygılı ifade sinirlerimi bozdu çünkü onun içimizdeki en dayanıklı kişi
               olmasını bekliyordum. "İyi değil,” dedi. "Daha da kilo kaybetti. Ama hâlâ uyanık ve bizi tanıyor. Sanırım
               birkaç haftası daha var.”
               Sessizce başımı salladım. Eden’ı kaybetme ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. "Parayı yakında
               getireceğim, söz veriyorum. Bir kere daha şansım rast gitsin yeter, sonra da ilacı alırız.”

               "Dikkatlisin değil mi?” diye sordu. Karanlıkta ikiz gibi görünüyorduk. Aynı saçlar, aynı gözler. Aynı ifade.
               "Gereksiz yere tehlikeye girmeni istemiyorum. Sana yardım etmemin bir yolu varsa söyle. Belki ben de
               seninle gizlice dışarı çıkıp...”

               Kaşlarımı çattım. "Saçma sapan konuşma. Eğer askerler seni yakalarsa hepiniz ölürsünüz. Bunu
               biliyorsun.” John'un yüzündeki hüsran, yardımını bu kadar çabuk geri çevirdiğim için suçlu hissettirdi. "Bu
               şekilde daha hızlı hareket edebiliyorum. Cidden. Dışarıda para bulmaya sadece birimizin gitmesi daha iyi.
               Eğer ölürsen anneme hiçbir faydan dokunmaz.’’
               Söyleyecek daha fazla şeyi olduğunu bilmeme rağmen onaylarcasına başını salladı. Arkamı dönerek
               söyleyeceklerinden kaçmaya çalıştım. "Gitmem gerekiyor," dedim. "Yakında görüşürüz.”
   97   98   99   100   101   102   103   104   105   106   107