Page 100 - Efsane
P. 100

JUNE






               SAAT YAKLAŞIK 8.00

               SICAKLIK YAKLAŞIK 27 DERECE
               Çocukla birlikte başka bir sokak arkasında oturuyorduk, Tess de biraz ötede
               uyuyordu. Çocuk yine Tess’e yeleğini vermişti. Bıçağının kenarıyla tırnaklarını
               törpülemesini izliyordum. Şapkasını bir seferliğine başından çıkarmış, saçındaki
               düğümleri çözüyordu.




               İyi bir ruh hali içerisindeydi. Bana, “Bir yudum ister misin?” diye sordu. Aramızda bir şişe meyve
               şarabı vardı. Ucuz bir şeydi, büyük ihtimalle okyanus suyunda yetişen yavan
               deniz üzümlerinden yapılmıştı. Ama çocuk sanki bu şarap dünyadaki en harika
               şeymiş gibi içiyordu. Erkenden gidip Winter bölgesindeki bir dükkândan bir

               kasa şişeyi çalıp akşam olana kadar bu şişe hariç hepsini 650 Not gibi büyük bir
               meblağa satmıştı. Bölgelerin arasında böyle rahatlıkla yolunu bulabilmesi beni
               hep şaşırtıyordu. Atikliği Drake’teki en iyi öğrencilerle eş seviyedeydi.

               “Eğer sen içiyorsan ben de alırım,” dedim. “Çalıntı mallarının boşa gitmesine göz yumamayız, değil mi?”

               Bunu duyunca sırıttı. Bıçağını şişenin mantarına saplayışını, mantarı çıkarıp büyük bir yudum almak için
               şişeyi kafasına dikişini izledim. Başparmağıyla ağzını silip gülümsedi. “Nefis,” dedi. “Sen de iç biraz.”
               Şişeyi alıp küçük bir yudum aldım ve ona geri verdim. Ağızda tuzlu bir tat bırakıyordu, tıpkı düşündüğüm
               gibi. Belki en azından yan tarafımdaki acıyı azaltırdı.

               Sırayla içmeye devam ettik -o kocaman, bense ufak yudumlarla-ta ki mantarı yerine geçirene kadar,
               farkındalığını azalttığını hissettiği an içmeyi bırakıyor gibi görünüyordu. Öyle bile olsa gözleri daha da
               parlak görünüyordu ve mavi irislerine tatlı bir parıltı düştü.

               Odaklanma gücünü kaybetmemeye çalıştığının farkındaydım ama şarabın onu gevşettiğini de
               görebiliyordum. “Söylesene bana,” demeye karar verdim, “bu kadar parayla ne yapacaksın?”

               Çocuk güldü. “Ciddi bir soru mu bu? Hepimiz daha fazla para istemiyor muyuz? Paranın yettiği ne zaman
               görülmüş?”

               “Sorularımı hep kendi sorularınla cevaplamak hoşuna mı gidiyor?” Yine güldü. Ama tekrar konuşmaya
               başladığında sesinin tonu değişmişti; biraz üzgün çıkıyordu. “Para dünyadaki en önemli şeydir, tamam mı?
               Parayla mutluluğu satın alabilirsin, başka kimsenin ne dediği umurumda değildir. Parayla rahatlığı, statüyü,
               dostları, güvenliği... her şeye sahip olabilirsin.”

               Gözlerinin uzaklara dalmasını izledim. “Sanki kısa sürede çok para biriktirmek için acelen varmış gibisin.”
   95   96   97   98   99   100   101   102   103   104   105