Page 101 - Efsane
P. 101
Bu sefer bana eğleniyormuş gibi bir bakış attı. “Neden olmayayım? Sen de herhalde benim kadar
sokaklarda yaşadın. Bunun cevabım biliyor olmalısın, değil mi?”
Gözlerimi indirdim. Gerçeği görmesini istemiyordum. “Sanırım öyle.”
Bir süre konuşmadan oturduk.
Çocuk konuşmaya başladı. Sesi öyle yumuşaktı ki ona bakmadan edemiyordum. “Daha önce bunu sana
söyleyen oldu mu, bilmiyorum,” diye başladı. Yüzü kızarmıyor ya da gözlerini başka bir
yöne çevirmiyordu. Bunun yerine kendimi bir çift okyanusa bakarken buldum;
biri mükemmeldi, diğeriyse o küçük çizikle lekelenmişti. “Çok çekicisin.” Daha
önce de görünüşüme iltifat edenler olmuştu. Ama hiçbiri böylesi bir ses tonuyla
değildi. Söylediği onca sözün içinde beni bu kadar hazırlıksız yakalayan şey
neden buydu, bilemedim. Fakat o kadar şaşırdım ki düşünmeden sözcükleri
ağzımdan kaçırıverdim: “Ben de senin için aynı şeyi söyleyebilirim.” Durdum.
“Bilmiyorsan diye söylüyorum.”
Yüzüne yavaşça bir sırıtış yayıldı. “Ah, inan bana, biliyorum.” Güldüm. “Dürüstçe bir şey duymak güzel.”
Gözlerinden kendimi alamıyordum. Sonunda, “Bence çok şarap içtin, dostum,” diye eklemeyi başardım.
Olabildiğince hafif bir şekilde konuşmaya çalışıyordum. “Biraz uyku sana iyi gelecektir.”
Daha kelimeler ağzımdan tam olarak dökülmeden çocuk yaklaşıp elini yanağıma koydu. Aldığım bütün
eğitimle bu eli bloke edip yere yapıştırmalıydım. Ancak hareket etmeden öylece durmaktan başka bir şey
yapamadım. Beni kendine çekti. Dudaklarını dudaklarıma yapıştırmadan önce nefesimi içime çektim.
Dudaklarındaki şarabın tadını alıyordum. Başta yavaşça öptü, sonra sanki daha fazlasına ulaşmak
istercesine beni duvara itip daha da sertçe öpmeye başladı. Dudakları sıcak ve çok yumuşaktı; saçları
yüzüme değiyordu. Odaklanmaya çalıştım. (Bu onun için bir ilk değildi. Kesinlikle başka kızları da
öpmüştü, hem de çok fazla. Ama nefesi kesilmiş gibi görünüyordu...) Ayrıntılar uçup gidiyordu. Onlara
boşu boşuna tutmaya çalıştım. Benim de onu aynı açlıkla öptüğümü fark etmem biraz zaman aldı. Belindeki
bıçağı tenimde hissedip titredim. Burası fazla sıcaktı, yüzüm çok fazla ısınmıştı.
Önce o geri çekildi. Afallamış bir sessizlik içinde birbirimize baktık, sanki ikimiz de biraz önce neler
olduğunu anlamamıştık.
Kısa bir süre sonra serinkanlılığını yeniden kazandı, ben de toparlanmak için çırpınırken yanımdaki duvara
yaslanıp iç çekti. “Özür dilerim,” diye mırıldandı. Muzip bir bakış attı. “Dayanamadım. Ama en azından
şimdi aradan çıkmış oldu.”
Ona biraz daha baktım, konuşamıyordum. Zihnim bana düşüncelerimi toparlamam için çığlıklar atıyordu. O
da bakışlarıma karşılık verdi. Sonra sanki insanda nasıl bir etki bıraktığını biliyormuş gibi gülümsedi ve
başka yere döndü. Tekrar nefes almaya başladım. İşte tam o anda aklımı tamamen yerine geri
getiren bir hareket gördüm: çocuk uyumak için uzanmadan önce boynundaki bir
şeyi tutmaya çalıştı. Bunu bilinçdışı bir şekilde yaptığı o kadar belliydi ki.
Boynuna bakınca orada hiçbir şey olmadığını gördüm. Eskiden orada olan bir
kolyeyi tutmaya çalışmıştı, eskiden orada olan bir ipliği ya da zinciri.
Ve o anda, mide bulandırıcı bir duyguyla cebimdeki kolye aklıma geldi. Day’in kolyesi.