Page 145 - Efsane
P. 145
Kıyafetlerinden -yırtık bluz ve pantolonlarından, birbirinin eşi olmayan delikli
ayakkabılarından- neredeyse hepsinin gölün yakınlarındaki yoksul bölgelerden
geldiğini anladım. İçten içe dağılmalarını istiyordum, işler daha da kötüleşmeden
buradan kaçın.
Thomas başıyla kalabalığı işaret etti. “Şu acınası grubu görüyor musun?”
Bana gösterdiği şeyi önceden fark etmiştim ama nezaketen gösterdiği yere
baktım. Bir grup protestocu saçlarını kan kırmızısına boyamıştı; Day’in burada
yargılandığı zaman saçının kana bulanmış tutamım örnek almışlardı. Thomas,
“Kahraman olarak biraz kötü bir seçim,” diye devam etti. “Day bir haftadan az
bir süre içinde ölmüş olacak.”
Bir kere başımla onayladım ancak bir şey söylemedim.
Kalabalıktan birkaç çığlık yükseldi. Devriyelerden biri meydanın arkasından
dolanmıştı ve şimdi kalabalığı kıstırmış, meydanın merkezine doğru itiyorlardı.
Kaşlarımı çattım. Kontrolden çıkan bir kalabalıkla bu şekilde başa çıkılmazdı.
Okulda, toz bombaları ya da göz yaşartıcı gazın bu işe yeteceğini öğrenmiştik.
Ama ortada öyle bir şey görünmüyordu; askerlerin hiçbiri gaz maskesi
takmıyordu. Şimdi de başka bir devriye sokakların doğru dürüst protesto
edebilmek için fazla karışık ve dar olduğu meydanın dış kısmındaki başıboş
göstericileri kovalamaya başlamıştı.
Thomas’a, “Komutan Jameson sana ne diyor?” diye sordum. Thomas’ın koyu
saçları gözlerine düşmüş, ifadesini gizliyordu. “Olduğumuz yerde kalıp
emirlerini beklememizi söylüyor.”
Yarım saatten uzun süre hiçbir şey yapmadık. Ellerimden biri cebimde, farkında
olmadan Day’in kolyesine dokundum. Bu kalabalık bir şekilde aklıma Skiz’i
hatırlatıyordu. Hatta belki de içlerinden bazıları aynı kişilerdi.
İşte o anda meydandaki binaların çatılarında koşuşturan askerleri gördüm.
Bazıları hemen pervazlara yerleşiyor, diğerleri de çatılar boyunca düz bir sıra
halinde diziliyordu. Garip. Askerlerin genellikle siyah püskülleri ve cekederinde
tek sıra gümüş düğmeler olurdu. Fakat bu askerlerin cekederinde düğme yoktu.
Bunun yerine göğüslerinden çaprazlamasına beyaz bir şerit geçiyordu,
pazubentleri de griydi. Bir saniye sonra kim olduklarını fark ettim.
“Thomas.” Koluna hafifçe vurup çatıları gösterdim. “Cellatlar.” Yüzünde hiç
şaşırma belirtisi yoktu, gözlerinde hiçbir his yoktu. Boğazını temizledi. “Aynen
öyle.”
“Ne işleri var burada?” Sesim yükseldi. Meydandaki protestoculara baktım,