Page 91 - Risale-i Nur - Barla Lahikası
P. 91

BARLA  LÂHİKASI                                                                                                  93

                  Evet  Sevgili  Üstadım,  senelerden  beri  Kur´ân-ı  Azîm-ül
           Bürhan'ın  bahr-i  ummanında  medfun  defineleri,  Risalet-ün  Nur  ve
           Mektubat-ün Nur ile meydana çıkarmıştınız. İşte azîm bir define daha
           Lütf-u  İlahî  ile  Yirmidokuzuncu  Mektub'un  Sekizinci  Kısmının
           Sekizinci Remzi'nde en parlak ve gözler kamaştıran Nurlarıyla tezahür
           ediyor,  kendini  gösteriyor.  Beşerin  nazarını  ister  istemez  kendine
           çeviriyor.

                  Bin  üçyüz  seneden  beri,  sahib-i  insafı  hayrette  bırakan  ve
           dünyanın  her  köşesinde  ve  beşerin  her  tabakasında,  cinn  ve  beşer
           lisanında, Semavatta Melek ve Ruhanîler lisanında, en yüksek makam-ı
           mümtazı  işgal  eden,  o  Furkan-ı  İlahî'nin  Esrar-ı  Mühimmesinden  ve
           İ’caz-ı Azîmesinden bir parçası daha, susmak bilmeyen mu'ciznüma bir
           Sadâ ve latif bir Avaz ve tükenmez bir Feyizle karşımıza çıkıyor.

                  O  kıymetdar  Kur´ân'ın  bugün  mükevvenatı  Yed-i  Kudretinde
           tutan ve Azamet-i Kibriyasıyla idare eden ve Azamet-i Celali karşısında
           her  şeyi  kendine  Secde  ettiren  bir  Zât-ı  Vâcib-ül  Vücud'un  Kelâmı
           olduğunu,  üzerindeki  hadsiz  damgalarıyla  gösteren  Risalelerinizin
           kıymeti ne büyüktür. O Risalelere nasıl kıymet verilir, nasıl başkasıyla
           müvazene edilir, nasıl bir başkasının tefevvuku tahattur edilir?

                  Beşerin  zulmetli  sîmasına  Nurlar  saçan  ve  Tevhid  haricindeki
           her türlü Akideleri zîr ü zeber eden ve Şakirdlerine gülümseyerek tatlı
           bir yüzle bakan ve hoş ve pek şirin bir lisan ile söyleyen o Risaleler ve o
           Risalelerin  Sahibi  ve  Naşiri  olan  Sevgili  Üstadım,  siz  Talebelerinizin
           Kalblerinde  Risalelerinizle  yaşıyorsunuz.  Hem  öyle  bir  surette
           yaşıyorsunuz  ki,  küçük  bir  işaretinize  müheyya  Talebelerinizin
           Ruhlarında  ırmakların  çağladıkları  gibi  tevali  eden  ve  tükenmek
           bilmeyen  İlahî  bir  Muhabbetle  yaşıyorsunuz.  Hayat-ı  fâniyeye  veda
           etseniz  bile,  büyük  büyük  Cemaatlerin  arasında  hürmetle  yâdedile-
           ceğinize (Haşiye) ve namınızın dünya ve Ukbada ihtiramla taşınacağına
           ve  Risalelerinizin  pek  büyük  hâhişle  revaçta  olacağına  kaviyyen
           ümidvarım.
                  ----------
                  (Haşiye):  Ben  Kardeşim  Husrev'in  bu  makamdaki  hissiyatına  iştirak
           edemiyorum.  İnsanların  nazarında  mevki  kazanmak  ve  dillerde  yâd  edilmek,
           Hakikatbîn  olanlarca  bir  Şeref  değildir.  Eğer  Rıza-yı  İlahî  varsa,  O  Rızanın  cilvesi
           olarak insanlarda teveccüh görünse; bir derece Emare-i Rıza olmak noktasında makbul
           olabilir. Yoksa arzu edilmemeli. Madem Husrev Hakikatbîndir, elbette benim şahsıma
           havale  ettiği  Şerefi,  Risaleleri  niyet  ediyor.  Zâten  o  Şerefte  umum  Talebeler
           hissedardırlar, tek birisine verilmez.
   86   87   88   89   90   91   92   93   94   95   96