Page 235 - Risale-i Nur - Lem'alar
P. 235

238                                                                                                                           LEM’ALAR


           göründüğü gibi böyle merhametsiz, akibetsiz i'dam etmez, mahvetmez, zayi'
           etmez. Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi, başka bir Hayatta
           sünbül vermek  için,  Hâlık-ı  Rahîm o  sevgili masnuunu bir  Rahmet kapısı
           olan toprak altına muvakkaten atar. (Haşiye)

                  İşte  bu  İhtar-ı  Kur'anîyi  aldıktan  sonra,  o  kabristan,  İstanbul'dan
           ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha
           ziyade hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer'de, bir halvethane kendi-
           me  buldum.  Gavs-ı  A'zam  (R.A.)  Fütuh-ul  Gayb'ıyla,  bana  bir  Üstad  ve
           Tabib ve Mürşid olduğu gibi, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) Mektubat'ıyla, bir
           Enis, bir Müşfik, bir Hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve
           medeniyetin ezvakından çekildiğimden ve hayat-ı içtimaiyeden sıyrıldığım-
           dan pek çok memnun oldum. ALLAH'a şükrettim.

                  İşte ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın ihtarıyla vefatı
           çok tahattur eden zâtlar! Kur'anın verdiği Ders-i İman Nuruyla, ihtiyarlığı ve
           vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz. Madem İman
           gibi hadsiz derecede kıymetdar bir Nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur,
           hastalık  da  hoştur,  vefat  da  hoştur.  Nâhoş  birşey  varsa;  o  da  günahtır,
           sefahettir, bid'atlardır, dalalettir...

                  ONBİRİNCİ RİCA: Esaretten geldikten sonra, İstanbul'da Çamlıca
           tepesinde bir köşkte, merhum biraderzadem Abdurrahman ile beraber oturu-
           yorduk.  Bu  hayatım,  hayat-ı  dünyeviye  cihetinde  bizim  gibilere  en
           mes'udane  bir  hayat  sayılabilirdi.  Çünki  esaretten  kurtulmuştum,  Dâr-ül
           Hikmet'te Meslek-i İlmiyeme münasib en âlî bir tarzda Neşr-i ilme muvaf-
           fakıyet vardı. Bana  teveccüh  eden haysiyet  ve şeref, haddimden  çok  fazla
           idi. Mevkice İstanbul'un en güzel yeri olan Çamlıca'da oturuyordum. Hem
           herşeyim  mükemmeldi.  Merhum  biraderzadem  Abdurrahman  gibi  gayet
           zeki,  fedakâr,  hem  bir  Talebe,  hem  Hizmetkâr,  hem  Kâtib,  hem  Evlâd-ı
           Maneviyem beraberdi.  Dünyada herkesten ziyade kendimi  mes'ud bilirken
           âyineye baktım; saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Birden esarette,
           Kosturma'daki  Câmideki  İntibah-ı  Ruhî  yine  başladı.  Onun  eseri  olarak,
           kalben  merbut olduğum ve medar-ı  saadet-i  dünyeviye  zannettiğim  hâlâtı,
           esbabı  tedkike  başladım.  Hangisini  tedkik  ettimse,  baktım  ki;  çürüktür,
           alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda en sadakatli zannettiğim bir arkada-
           şımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm.
           Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: "Acaba ben bütün
           bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki; Hakikat noktasında acınacak halimi-
           ze, pek çok insanlar gıbta
                  ------------------
                  (Haşiye): Bu Hakikat; iki kerre iki dört eder derecesinde sair Risalelerde, hususan
           Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözlerde isbat edilmiştir.
   230   231   232   233   234   235   236   237   238   239   240