Page 303 - Risale-i Nur - Sözler
P. 303

YİRMİİKİNCİ  SÖZ’ÜN  İKİNCİ  MAKAMI                                                                      305

             Evet  nasılki  meyvedar  bir  ağacın  hesabsız  semereleri,  bir  Terbiye-i
           Vâhide,  bir  Kanun-u  Vahdetle,  birtek  merkezden  İdare  edildiklerinden,
           külfet ve meşakkat ve masraf, o kadar sühulet peyda eder ki, kesretle ter-
           biye  edilen  tek  bir  semereye  müsavi  olurlar.  Demek  kesret  ve  taaddüd-ü
           merkez, her semere için, kemmiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve
           cihazat ister. Fark yalnız keyfiyetçedir. Nasılki birtek nefere lâzım teçhizat-
           ı  askeriyeyi  yapmak  için,  orduya  lâzım  bütün  fabrikalar  kadar  fabrikalar
           lâzımdır.  Demek  iş,  Vahdetten  kesrete  geçse,  efrad  adedince  -kemmiyet
           cihetiyle- külfet ziyadeleşir. İşte, her nevide bilmüşahede görünen sühulet-i
           fevkalâde,  elbette  Vahdetten,  Tevhidden  gelen  bir  yüsr  ve  sühuletin
           eseridir.

             Elhasıl: Bir cinsin bütün enva'ı, bir nev'in bütün efradı âza-yı esasîde
           muvafakat  ve  müşabehetleri  nasıl  isbat  ederler  ki,  tek  bir  Sâniin
           masnularıdır. Çünki Vahdet-i Kalem ve İttihad-ı Sikke öyle ister. Öyle de:
           Bu meşhud sühulet-i mutlaka ve külfetsizlik, Vücub derecesinde îcab eder
           ki;  bir  Sâni'-i  Vâhid'in eserleri  olsun.  Yoksa imtina'  derecesine çıkan  bir
           suubet, o cinsi in'idama ve o nev'i ademe götürecekti.

             Velhasıl:  Cenab-ı  Hakk'a  isnad  edilse,  bütün  eşya  birtek  şey  gibi  bir
           sühulet peyda eder. Eğer esbaba isnad edilse herbir şey, bütün eşya kadar
           suubet peyda eder. Mâdem öyledir; Kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk
           ve şu göz önündeki hadsiz mebzuliyet, Sikke-i Vahdeti güneş gibi gösterir.
           Eğer gayet mebzuliyetle elimize geçen şu meyveler, Vâhid-i Ehad'in malı
           olmazsa, bütün dünyayı verse idik, birtek narı yiyemezdik.

             ONUNCU  LEM'A:  Tecelli-i  Cemâliyeyi  gösteren  Hayat;  nasıl  bir
           Bürhan-ı  Ehadiyettir,  belki  bir  çeşit  Tecelli-i  Vahdettir.  Tecelli-i  Celâli
           izhar eden memat dahi, bir Bürhan-ı Vâhidiyettir. Evet meselâ

                لاْاَ لَىلٰع َ  َ ث َ مْلا َ  ِ ِ ه
                           َ لِلّو  nasılki  Güneşe  karşı  parlayan  ve  akan  büyük  bir
                           ن
                ْ
           ırmağın  kabarcıkları  ve  zemin  yüzünün  mütelemmi'  şeffafatı,  Güneşin
           aksini  ve  ışığını  göstermek  suretiyle  Güneşe  şehadet  ettikleri  gibi,  o
           kataratın  ve  şeffafatın  gurubuyla,  gitmeleriyle  beraber  arkalarından  yeni
           gelen katarat taifeleri ve şeffafat kabileleri üstünde yine Güneşin cilveleri
           haşmetle  devamı  ve  ışığının  tecellisi  ve  noksansız  istimrarı  kat'iyyen
           şehadet  eder  ki:  Sönüp  yanan,  değişip  tazelenen,  gelip  parlayan  misâlî
           güneşçikler  ve  ışıklar  ve  Nurlar;  bir  bâki,  daimî,  âlî,  Tecellisi  zevâlsiz
           birtek  Güneşin   cilveleridir.   Demek   o   parlayan   kataratlar;   zuhuruyla
   298   299   300   301   302   303   304   305   306   307   308