Page 391 - Risale-i Nur - Sözler
P. 391

YİRMİBEŞİNCİ  SÖZ                                                                                                            393



           menfaatdar birer suret, zînetli ve kesretli mahlûkata menşe' etmiştir anlar.
           Vüs'at-i Hikmetine karşı hayran olur. Yeni zamanın feylesofuna şu Kelime
           şöyle  ifham  eder  ki:  Manzume-i  Şemsiyeyi  teşkil  eden  küremiz,  sair
           seyyareler,  bidayette  Güneş'le  mümteziç  olarak  açılmamış  bir  hamur
           şeklinde  iken;  Kadîr-i  Kayyum  o  hamuru  açıp,  o  seyyareleri  birer  birer
           yerlerine yerleştirerek, Güneş'i orada bırakıp, zeminimizi buraya getirerek,
           zemine toprak sererek, sema canibinden yağmur yağdırarak, Güneş'ten ziya
           serptirerek dünyayı şenlendirip bizleri içine koymuştur anlar, başını tabiat
           bataklığından çıkarır, "Âmentü billahi-l Vâhid-il Ehad" der.


                  Meselâ:  َ  لََها    َ ٍرق      ن ْ  ِ  َ َ ل َ م َ س َ ت  ى َ ۪رج   ْ  َ َ ت  َ س ْ ن  َ َّش َ م  لاَ  َ و  daki  "Lâm";  hem  kendi

                              ِّ
                                                                             ِ
                                                                       ر
                                                                       ٍ
                                                                       َ
                                                                        ق
                                                                        َ
                                                                             َ ل َ م
           mânasını, hem "fî" mânasını, hem "ilâ" mânasını ifade eder. İşte   َتس  in
                                                                            ن
                                                                        ِّ  ْ
           "Lâm"ı, avam o "Lâm"ı "ilâ" mânasında görüp fehmeder ki, size nisbeten
           ışık verici, ısındırıcı müteharrik bir lâmba olan Güneş, elbette bir gün seyri
           bitecek,  mahall-i  kararına  yetişecek,  size  faidesi  dokunmayacak  bir  suret
           alacaktır,  anlar.  O  da,  Hâlık-ı  Zülcelâl'in  Güneş'e  bağladığı  büyük
                               ِ ِ
           Nimetleri  düşünerek  َدَلِلّ  َ مح  َ  ا َ ْل , َلِلّاَ  َ ناح َ بس  der.  Ve  Âlime  dahi  o  "Lâm"ı
                                          ه
                                   ْ   ن ه

                                                ْ ن
           "ilâ" mânasında gösterir. Fakat Mensucat-ı Rabbaniyenin bir mekiği, gece
           gündüz  sahifelerinde  yazılan  Mektubat-ı  Samedaniyenin  mürekkebi,  Nur
           bir  hokkası  suretinde  tasavvur  ederek  Güneş'in  cereyan-ı  surîsi  alâmet
           olduğu  ve  işaret  ettiği  İntizamat-ı  Âlemi  düşündürerek  Sâni'-i  Hakîm'in
           San'atına  َلِلّا    ن ه  َءا َ ش ى     َام ve Hikmetine َلِلّاَ َ  كرا َ ب diyerek Secdeye kapanır. Ve
                                             ن ه



           kozmoğrafyacı  bir  feylesofa  "lâm"ı  "fî"  mânasında  şöyle  ifham  eder  ki:
           Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zenberekvari bir cereyan ile
           manzumesini  Emr-i  İlahî  ile  tanzim  edip  tahrik  eder.  Şöyle  bir  Saat-ı
           Kübrayı halkedip tanzim eden Sâni'-i Zülcelâline karşı kemal-i hayret ve
           istihsan  ile  "El-Azametü  lillah  ve-l  kudretü  lillah"  der  felsefeyi  atar,
           Hikmet-i  Kur'aniyeye  girer.  Ve  dikkatli  bir  hakîme  şu  "lâm"ı,  hem  illet
           mânasında, hem zarfiyet mânasında tutturup şöyle ifham eder ki: "Sâni'-i
           Hakîm,  işlerine  esbab-ı  zahiriyeyi  perde  ettiğinden,  cazibe-i  umumiye
           namında  bir  Kanun-u  İlahîsiyle  sapan  taşları  gibi  seyyareleri  Güneş'le
           bağlamış ve o cazibe ile muhtelif fakat muntazam hareketle o seyyareleri
           Daire - i  Hikmetinde  döndürüyor   ve   o   cazibeyi   tevlid   için   Güneş'in
   386   387   388   389   390   391   392   393   394   395   396