Page 124 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 124
bizim yataklarımızın yanına onun için bir yatak Dinlemedim Meryem’i; öfkeliydim çünkü: Me-
açtı. Karşılığında, kadının incecik ve buz gibi du- leklere, gökyüzüne, yaz mevsimine, mahallelere,
daklarında anlamını çoktan yitirmiş, yeryüzündeki tarçın kokan evlere, öteki ailelere, her sabah aynı
maddi manevi bütün güçler ve inançlarla dalga doğan güneşe ve bizim dışımızdaki her şeye. Bu
geçebilecek kuvvete muktedir kısacık ve histen bitmeyen kavgaya öfkeliydim.
uzak bir tebessüm belirip hemen kayboldu.
“Yarın söylersin.” demiştim, olacaklardan ha-
“Kızı nerede?” diye fısıldadım, anneme. bersiz. “Biri görmeden geri dönelim.”
“O da burada yatsın, bizi tanıyor nasıl olsa.” Ertesi gün, botlarla denize açılmak için çok
dedi Meryem, benim ardımdan. uzakta bir limana vardık; aynı bota bindirilmeye-
cekmişiz Meryem’le. O, birkaç akrabası ve bam-
Annem, sessiz olmamızı tembihleyen bir işa-
başka yabancı insanlarla aynı bota bindirildi; ben
retle bizi susturdu; cevap vermedi. Kadın duya-
de kendi ailem ve öteki insanlarla. Binmeden önce,
cak diye korkmuştu. Anneme baktım; fırıncı ka-
son kez olacağını bilmeden sarıldım Meryem’e, sı-
dının sapsarı benzi, ince yüz çizgileri, tozlanmış
cak ve güvenli ve her zaman havanın ılık olduğu
saçları, titrek ve güçsüz gülümseyişi onda da var-
o yere ulaştığımızda, diktireceği elbisenin renginin
dı; Meryem’de de vardı, bende de vardı; yaşayan
neden beyaz olacağını sormayı unutmuştum.
ölüler gibiydik. Çılgın kalabalığın doldurduğu bu
gürültülü dünyada, mezarlarında daha da dibe “Görüşeceğiz.”
gömülmeden bulunmayı bekleyen, sessiz ve yor-
Beraber ulaşamayacakmışız o yere. Meryem;
gun serüvencilerdik biz.
yüreğinde taşıdığı hiç giyilmemiş o muazzam el-
Annem gittikten sonra, kadın gece boyunca bise, gür siyah saçları, bir gece önce ay ışığının
sayıkladı: “Ekmek kırıntıları bile çöpe atılmaz- üzerine yansıdığı gözleri, tebessüm ettiğinde hi-
ken,” diye tekrar ediyordu boğuk sesiyle, “Ekmek lal şeklinde kıvrılan dudakları, en sevdiği şarkı, en
kırıntısı çöpe atılmaz çünkü günahtır,” Susuyordu, sevdiği renk ve son ana dek sımsıkı tutunduğu
uzun bir süre sustuktan sonra, ilk defa konuşu- taptaze hayalleriyle birlikte; çirkin ve canavarımsı
yormuş gibi aynı hararet ve heyecanla başlıyordu o denizin kabarık suları altında boğuldu. Fırıncı
cümlesine: “Ama benim yavrumu yaktı kader, çiğ- kadın da buz gibi suların dibine süzülürken; hâlâ
nedi altında, ben ekmek tanesine bile kıymazken yavrusunu düşünmekteydi: dünya için bir ekmek
onlar benim yavrumun saçlarını, gözlerini, koku- kırıntısından bile daha değersiz olan, zavallı ve
sunu kopardı…” bahtsız yavrusunu. “Ne suçun vardı,” demişti en
son, sözcükler baloncuklar halinde süzülmüştü ıs-
Böyle uyunmazdı; oysa uyumamız gerekiyor- lak dudaklarından. Son nefesini verdi sonra.
du, yarın erkenden yola çıkacaktık: botlarla. Mer-
yem’i dürttüm, o da uyumamıştı henüz; arkamız- Meryem, diktireceği elbisenin neden beyaz
renginde olacağını ölüme fısıldamıştı. Ve ölüm,
da perişan haldeki kadın ve ağıtlarını bırakarak
çadırdan çıktık. Dışarıda kemiklere kadar işleyen kendinden utanmıştı; insanlar hâlâ utanmazken,
ölüm utanmıştı; kendinden tiksinerek, titreyerek
bıçak gibi bir ayaz vardı; burnumuza dolan kes-
kin rüzgâr kötü kokuyordu, çadırlardan uzaklaşıp almıştı o canı.
tenha bir tepeye çıktık Meryem’le; gökyüzüne Onun da, fırıncı kadının da, ötekilerin de be-
daha yakındık burada. Sırtımızı insanlardan, ça- denleri hiç bulunamadı. Beyazlar içinde gömüle-
dırlardan ve tüm o telaşlı kargaşadan öteki tarafa medi hiçbiri.
dönüp oturduk; bomboş karanlıkta sakince bek-
Ben, hâlâ buradayım; geriye kalanlar hâlâ bu-
leyen yıldızları izledik bir süre. Sessiz ve soluk-
rada; yıldızlarla kavgalıyız hepimiz.
suzdu yıldızlar; ılık bir yaz akşamında nasıl kıpır
kıpır parlıyorlarsa; toz, toprak, kan ve savaş içinde Artık, cevabı biliyorum; elbisenin rengi beyaz
yine aynı neşeyle parlıyorlardı sanki: Azıcık altın- olacaktı, çünkü beyaz; umudun rengiydi.
da, soğuğu geçiren bir çadırın içinde ağıt yakan,
“Çünkü umudun rengiydi!” diye bağırdım,
dudaklarından kan damlayan bir anne yatarken;
yıldızlara. Ve omuzları açık olacaktı, çünkü bize
insanlar kendi konuştuklarına bile inanmazken,
kucak açmak için bekleyen sıcacık bir yerde ya-
morarmış suratları ve kirden yapış yapış olmuş
şayacaktık, öyle olacaktı, bir kereliğine olsaydı,
saçlarıyla küçücük çocuklar temiz suya dahi muh-
üşümeseydik artık, ne olurdu?
taç duruma düşmüşken; nasıl olurdu da azıcık
bile kıpırdamazlardı? “Yaşayacaktık biz!” diye bağırdım yıldızlara,
yeniden. “Çünkü umudumuz vardı.”
“Elbisenin rengi,” dedi, Meryem; yıldızlara
bakıyordu, benim gibi hiddetle değil, tebessüm Hâlâ kavgalıyım yıldızlarla; ama size yemin
ederek. “Niye beyaz olacak, biliyor musun?” ederim, o akşam ilk defa kıpırdadılar.
122