Page 123 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 123
Öykü
Beyaz
Aysu ALTAŞ*
örüşürüz, demiştik; birbirimize. Görüşe- kışın evlerimizde pişen tarçın kokulu kekleri, ince
Gmeyecekmişiz. uzun dallarıyla bir ihtiyarın kemikli parmaklarını
andıran, evimizin bahçesindeki söğüt ağacına
“Zaten kirlenirdi, değil mi?” demişti, Meryem;
koyduğum ismi. İsmi olduğunu bilselerdi yine
yolculuktan önceki akşamüzeri. Tüm vücudunu
de ağacımızı paramparça ederler miydi? Peki
saran battaniyenin altından çıkardığı sol eliyle yü-
ya Meryem, onlara elbiseyi anlatsaydı; omuzları
züne fener ışığı tutuyordu: Çıkık elmacık kelime-
açık, parlak ve beyaz. Hayallerimiz olduğunu bil-
leri sarı benzinde her zamankinden daha belirgin
selerdi, acaba vazgeçerler miydi? Omuzları açık,
gözüküyordu, burnunun ve alnının ortasına doğ-
parlak ve beyaz…Acaba bizi bilselerdi, onlar…
ru ince ve kahverengi bir toz tabakası yayılmıştı,
simsiyah saçları değişmemişti; parlak ve gürdü. “Uykun mu geldi? Beni dinlemiyorsun.”
“O elbiseden diktirmiş olsaydım, hani beyaz “Kirlenirdi.” dedim; üşümüş ellerini avucuma
olan,” sıkıştırıp sıktım, düşüncelere daldığımı bilsin iste-
medim. “İyi ki yok. Kirlenirdi yoksa.”
“Evet.” dedim, gülümsedim. “Okuldayken çiz-
miştin,” İnanırmış gibi görünmedi, ben de söyledikle-
rime pek inanmıyordum zaten. Cevap vermeden
Okula gidiyorduk, bir zamanlar. yer yatağına yattı, battaniyeyi üzerine çektim.
“Masaya çizmiştim. Beyaz ve uzundu, omuzla-
Çadırın dışından arada sırada boğuk ve ça-
rını hatırladın mı?” tallanmış insan sesleri yükseliyordu; heyecanlı ve
Bizim okullarımızı öldürmüşlerdi. Bomba ve hararetli kelimeler süratle peş peşe geliyor, hatta
kurşunlar duvarlarının içine kadar gömülmüş, arada bir gülüşler duyuluyor, şarkılar söyleniyor,
karşısından bakıldığında donuk sonbaharı izle- sonra da hepsi ansızın kesiliyordu: sanki biraz
diğimiz pencerelerin camları kırıklar halinde rüz- önce umut ve inanç ateşiyle kavrulmakta olan yü-
garla beraber uçuşmuşlardı; hasta gibi güçsüzler- rekler, insanoğlunun bu bitmeyen merhametsiz
kavgasında haklarını aramaktan yorgun düşüyor,
di. Sıralar da karşı koyamamış olmalıydı; üzerine
birkaç dakika öncesi hiç yaşanmamış gibi herkes
kurşun kalemle çizdiğimiz minicik çizgiden insan-
kendi kederinde yalnızlaşıyordu.
lar, şekiller ve elbiseler, demek onlar da yangında
kavrulmuştu. Ben, Meryem’in yanına yatmaya hazırlanmak
üzereyken çadırımız ansızın hareketlendi; içeri-
“Omuzları açıktı, hani, hatırladın mı? Çünkü
ye annem girdi, genç bir kadının koluna girmiş-
bundan sonra yaşayacağımız yerde hiç kış olma-
ti: başta bir yabancı sanarak tanıyamadığım bu
yacak, karanlık da. Bu battaniyelerle el fenerlerini
genç kadın, eski mahallemizin fırınında çalışan,
başkasına veririz. Nasıl olsa artık çadırda da kal-
buğday rengi tenli, kumral saçlı, ekmeklerinin
mayacağız. O elbiseyi, yarınki yolculuktan sonra
kokusunun ve sıcacık yumuşaklığının adeta ela
diktiririz. “
gözlerine yansıdığı, o kadındı. Meryem’e baktım:
Acaba biliyorlar mıydı? Masalarımıza çizdiği- benim gibi o da gözlerini çevirmiş, karşısında ha-
miz küçük insanları, komşumuz olan kısa boylu tırladığımız o kadını bulmayı arzulayan bakışlarla
tombul kadının gülümseyişini, akşamüzeri şehrin bekliyordu; oysa ikimiz de başaramıyorduk. An-
üzerine üşüşen sonbahar serinliğinin kokusunu, nem, fırıncı kadının kolundan yavaşça sıyrılarak
* Galatasaray Lisesi 10. sınıf öğrencisi.
121