Page 27 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 27

Öykü

               rece, Çince, İspanyolca ve İtalyanca gibi dillerin   hayal olabilir elbette yahut rüya. Ve belki de ben
               de hiç değilse telaffuzlarına hâkim. Ama delinin   de gördüğüm bir rüyanın hikâyesini yazıyorum.
               haykırdığı  cümlelerde  bu  dillere  ait  tek  bir  ke-  Bilmiyorum.  Bilmek  de  istemiyorum.  Dudakları
               lime  bile  yok.  Ölü  dillerdir  zahir  diyor  delinin   bir çocuk dudağı gibi tomurcuklaştı, pembeleşti,
               dilindeki.  “Deli  dillerdir  zahir  ölünün  dilindeki”   ağladı ağlayacak… Ama hiçbir şey olmadı. Her
               demek istermiş aslında. “De” dedim, “seni tutan   şey  öylece  dondu  kaldı.  Bahardı  ve  bir  çınarın
               ne?”. Gözleri biraz daha büyüdü yüzüme bakar-  altındaydık.  Üstümüze  ağaç  tozları  yağıyordu.
               ken. Kızardığımı hissettim. İçimde kıpırtılar baş-  Yani polenler. -Açıklamayı kendime yapıyorum.-
               ladı. Onları durdurdum hemen. Kelt diliyle filan   Ötede  kiraz  ağaçlarının  çiçekleri  uçuşuyordu.
               ilgileniyor  bazen,  onların  mitolojilerini  okuyor,   Bir  tablonun  içinde  bizi  çizen  bir  ressam  vardı
               kahramanlarının fotoğraflarını, heykelciklerini fi-  -bizi bir tablonun içinde çizen bir ressam vardı-,
               lan taşıyor. Anahtarlığı mesela tanrıça Morrigan’ı   sulu boya bir tablonun, -bir ressam vardı bizi bir
               simgeleyen  bir  heykelcik…  Odasını  kuzeydeki   tablonun içinde çizen-, her neyse, fonda uçuşan
               ülkelerden (Danimarka, Finlandiya, İzlanda filan   çiçekler ve çınar ağacının gölgesi… Gölgesi ve
               olmalı)  getirttiği  resimlerle,  devasa  posterlerle   gövdesi… Beyaz gövdesinin -öyle olmalıydı- gö-
               süslüyor. Boynuzlu, boğa başlı kostümler giyen
                                                            rünen, tabloya karışan uzantısı yani kolları açıktı,
               ve sürekli çığlık atan müzisyenleri dinliyor.
                                                            pembe çiçekli, kırık beyaz bir gömlek giymişti.
                  Kasabayı  baştanbaşa  koşarak  geçen  Deli,   Pantolonu bildiğimiz kot, yani Jean… Lacivertti
               gidip  bir  ırmağın  kıyısında  susuyor.  Ona  suyla   rengi. İlk defa duyduğum bir kokuyla beni mıh-
               konuşuyor  olabileceğini  söylüyorum.  Deli’nin   lamıştı dizlerinin dibine. Öyle değildi ama öyle
               hikâyesini  yazarken  bunu  da  kullanacak.  Irmak   hissettiriyordu. Karşılıklı oturuyorduk bir masada
               deyince dönüp yüzüme bakıyor, yüzü genişliyor,   ama yine de dizlerinin dibinde, bir köle olarak,
               gözleri büyüyor. İkisi aynı anda nasıl oluyor bil-  zalim  bir  Keltliden  merhamet  dilenerek… Ama
               miyorum.  Yüzüyle  ve  gözleriyle  ilgili  denklemi   o  hiçbir  zaman  kraliçeliğini  yürürlüğe  sokma-
               boşuna mı kurdum ben! İyice ağardı benzi. Öle-  yacaktı.  Yani  geleceği  öyle  kurguladım.  Bu  ka-
               cek diye korktum. Kül gibi, sonra un gibi, sonra   darcık  hakkım  olmalı.  Ne  de  olsa  delinin  suyla
               kar gibi… Sadece yanaklarının ucunda, gözlerine   konuşma ihtimalinden söz eden bendim. İsveç’i
               yakın bir yerde birer damla kan… Bütün bunlar   unuttum galiba…











































                                                                                                     25
   22   23   24   25   26   27   28   29   30   31   32