Page 28 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 28
Soğuk kış gecelerinden, buz tutan göllerden, gövdesine boşaldı. Akşam oluyordu ve guruba
baharda dinmeyen yağmurlardan, gölleri doldu- karşı tek bir bedende oturduk öylece. Kumsalı
ran siyah kuğulardan da söz etti. Sonra birlikte kesen kayalıkların üstünde aniden beliren Deli,
dağları aşıp bir çırpıda denize indik. Ötede sert, ikimize baktı bir süre -sanki-, parmağıyla bir
koyu yeşil, yer yer gri kayalıkların kestiği bir yerleri, bir şeyleri işaret etti -sanki- ve kendini
kumsalda oturduk. Küçük taşlardan ilkel evcikler boşluğa bıraktı -sanki-. Bunun bir intihar olduğu-
yaptık. Aklımızda birbirimize sunacağımız saray- nu -sanki- anlayıverdik ikimiz de. Böylece onun
lar mı vardı? Ama ben bir kral değildim. Belki yani Deli’nin hikâyesini bitirdiğimizi düşündüm.
en fazla bir köle… Kelt kraliçesinin kölesi… Ama Hikâyeci olmayan biri için tabii bir şeydi bu. Ama
ona bir saray yapabilirdim. Aramızda boynuzlu her şeyin yeni başladığını söyledi kraliçe. Galiba
kostümler giyinmiş kuzeyli bir müzisyen gru- anlatmayı kast ediyordu. Öylece geceye kadar
bunun gürültüye benzer ezgileri dolaşıyordu. oturduk kumsalda. Deniz, lacivert elbisesini gi-
O sırada Deli’yi götürüp nehre attı, sonra uzak yindiğinde yıldızların iğne gibi yağışını seyrettik.
bir yerde yarı baygın karaya vuran bedenini in- Ta gerilerden kum zambaklarının kokusu geldi,
celedi, yırtık elbiselerinin altından fırlayan iri ke- portakal çiçeklerinin… Bir yerlerde bir hanımeli,
miklerini, gergin derisini sevdi, yüzüne yapışmış bir leylak gecenin şarkısına katılıyordu.
kır saçlarını geriye atarak ona fısıldadı. Tılsımlı
sözler… Bana söylediği her sözde bu tılsımı se- Kasabaya döndüğümde -ne zaman, niçin ve
ziyorum. Deli, birkaç kelime daha fısıldadı. Anla- nereden döndüğümü bilmiyorum- deniz tarafın-
şılabilir tek kelime bile söylemedi. Fakat yine de da bir köye taşındığını öğrendim. Küçücük, iki
çok şey anladı. göz bir evdi. Koşa koşa gidip kapısına dayandım.
Buz gibi bir kış gecesiydi. Titremelerimi uzun sa-
“Bir uzun şiirdi okuduğu” dedi, “hiçbir şey
rılışlarla zapt etmeye çalıştı. Böylece ölebilirdik.
söylemiyor fakat çok şey anlatıyor”. “Zaten şiir
Aklımdan başkaca bir şey geçmiyordu. Bir ara
başka nedir ki!” dedim ayaklarımı yalayan kö-
beni bırakıp büyük bir fincanda sıcak bir kış çayı
püklere bakarak. Kumda kayar gibi yaklaştı, iyice
getirdi. Ayrılık -bir kavuşma var mıydı aramızda,
sokulup gövdesini gövdeme yasladı. Gövdem
bilmiyorduk- ikimizin de istediği bir şeydi ama
ikimiz de bize göre olmadığını biliyorduk. Ga-
liba ağladık da. Saçlarını toplamış, toka olarak
kullandığı kırmızı bir kurşun kalemle tepesinde
tutturmuştu. İnce beyaz boynunda söylenmedik
kelimelerin izleri vardı. Onları bir bir okudum.
Beni dizlerine yatırdı, onu dizlerime yatırdım,
bana rüyalarını -gördüğü ve yazdığı- anlattı, ona
rüyalarımı -kurduğum ve yazmadığım- anlattım.
“Kasabada Deli’yi gördüm” dedim, belki de sa-
dece hikâyenin devam etmesini istediğim için.
Kimi görse karşısına dikilip vesikalık fotoğrafını
istiyormuş. Kırçıl paltosunun astarını açıp içine
atıyormuş. Yüzlerce vesikalık fotoğraf varmış
üstünde. Kayalıktan atladığı -ya da öyle sandığı-
mız- günden beri konuşmuyormuş.
Sımsıkı sarılarak uyuduk. Gece boyunca sık
sık irkilerek uyandım. Her seferinde göğsünden
yükselen bir kokuya sığınıp yeniden uyudum. Sa-
bahleyin kahvaltıda Deli’nin hikâyesini nasıl biti-
receğini sordum. Uzun uzun sustu. Sonra cam-
ların buğusunu işaret ederek -nedense- “Kuzeye
gideceğim” dedi, “belki İsveç’e”… “Peki, Deli?”
dedim, hiç düşünmeden; “O da gelecek” dedi.
Gidip valizimi topladım.
Gelip elini tuttum.
26