Page 125 - Efsane
P. 125
kalın, lacivert bir perdeye doğru götürdü. Perdenin iki ucuna da Cumhuriyet bayrakları yerleştirilmişti,
yaklaşırken bayrağın deseninin perdeye hafifçe işlenmiş olduğunu fark ettim.
Chian bizim için perdeyi tuttu, biz içeri girince de arkasından kapadı. Çember olarak dizilmiş on iki
kadife koltuk, her birinde de baştan aşağı siyah üniforma giymiş, omuzlarında ışıldayan altın apoletlerle
zarif kadehinden içkisini yudumlayan resmî bir görevli oturuyordu. Aralarından bazılarım tanıyordum.
İçlerinden bazıları cepheden, Thomas’ın daha önce bahsettiği kişilerdi. İçlerinden biri bizi fark edip
yaklaştı, hemen ardında daha genç bir görevli onu takip etti. Ama onlar çemberi terk ederken grubun
diğer üyeleri kalkıp onlara doğru eğildi.
Daha yaşlı olanın boyu uzun, saçları kırlaşmıştı ve keskin hatlı bir çenesi vardı. Cildi solgun ve hastalıklı
görünüyordu. Sağ gözüne altın kenarlı bir monokl takmıştı. Chian esas duruşa geçmişti, Thomas kolumu
bıraktığında onu görüp ben de aynısını yaptım. Adam elini sallayınca herkes rahat duruşa geçti. İşte şimdi
onu tanıdım. Kendi gözlerimle görmekte olduğum adam portrelerde ya da JumboTron’larda görünenden
daha farklıydı. Oralarda cildi daha sıcak bir tondaydı, kırışıklıkları yoktu. Aynı zamanda resmî
görevlilerin arasına dağılmış nöbetçileri de seçebiliyordum.
Bu Seçmen Primoydu.
“Sen Ajan Iparis olmalısın.” Bakakalmış ifademi görünce dudakları geriye çekildi ama gülümsemesinde
pek sıcaklık yoktu. Elimi hızlıca, sert bir şekilde sıktı. “Bu beyefendiler bana senin hakkında harika
şeyler anlatıyorlar. Senin bir deha olduğunu söylüyorlar. Dahası, ülkemizdeki en baş belası suçlulardan
birini parmaklıklar arkasına hapsetmişsin. Ben de en uygun olanın seni bizzat tebrik etmek olduğunu
düşündüm. Eğer ülkemizde senin gibi vatansever, senin gibi keskin zekâlı daha fazla genç olsaydı,
Kolonilere karşı savaşı çoktan kazanmış olurduk. Sizce de öyle değil mi?” Etrafındakilere bakmak için
durdu ve herkes mırıldanarak katıldığını belirtti. “Seni tebrik ederim, canım.”
Başımı eğdim. “Sizinle tanışmak benim için büyük bir onur, efendim. Ülkem için bunları yapmaktan zevk
duyuyorum, sayın seçmen.” Sesimin sakinliğine inanamadım.
Seçmen arkasındaki görevliyi işaret etti. “Bu benim oğlum Anden. Bugün yirminci doğum günü, bu
yüzden onu da bu güzel kutlamaya getirmeliyim diye düşündüm.”
Anden'a döndüm. Babasına çok benziyordu, uzun boyluydu (1.87 boyunda), koyu renk siyah saçlarıyla
krallık ailelerinin bir üyesi gibi görünüyordu. Day gibi onda da biraz Asyalı kanı vardı. Fakat Day’in
aksine, gözleri yeşil ve ifadesi belirsizdi. Ellerinde özenle hazırlanmış altın astarlı beyaz, pilot eldivenleri
vardı, demek ki savaş uçağı eğitimini tamamlamıştı. Solaktı. Siyah askerî smokininin kollarındaki altın
kol düğmelerinde Colorado arması vardı. Demek ki orada doğmuştu. Kızıl bir yelek, çift düğmeler.
Seçmenin aksine, önce hava kuvvederi rütbesini takmıştı.
Anden üzerinde dolaşan bakışlarıma gülümsedi, başıyla mükemmel bir selam verip ellerimi tuttu. Seçmen
gibi elimi sıkmak yerine, elimi kaldırıp dudaklarına götürdü ve öptü. Kalbimin bu kadar atmasından
dolayı utanıyordum. “Ajan Iparis,”dedi. Gözleri bir an üstümde durdu. Ne diyeceğimi bilemeden,
“Memnun oldum,” diye cevap verdim. “Baharın sonuna doğru oğlum seçmenliğe adaylığını koyacak.”
Seçmen, Anden’a gülümsedi, o da selam verdi. “Heyecan verici."
“O halde ona seçimlerde büyük şans diliyorum ama eminim ihtiyacı olmayacaktır.”
Seçmen kıkırdadı. “Teşekkürler, tatlım. Bu günlük bu kadar yeter. Ajan Iparis, lütfen bu gece
eğlenmenize bakın. Umarım tekrar görüşebilme fırsatımız olur.” Sonra arkasını döndü. Anden da
peşinden gitti. Seçmen giderken, “Çıkabilirsiniz,” dedi.