Page 139 - Efsane
P. 139

Fakat Day öyle sıradan bir deha değildi. Tam puan almıştı. Acaba onları
               korkutan şey bu mu olmuştu?
               “Peki şimdi de ben sana bir soru sorabilir miyim?” diye sordu Day. “Sıra bende
               mi?”
               “Evet.” Asansöre doğru bakınca vardiyası gelen yeni nöbetçileri gördüm. Elimi
               kaldırıp oldukları yerde durmalarını söyledim. “Sorabilirsin.”
               “Neden Eden'i götürdüklerini sormak istiyorum. Vebayı. Siz zenginlerin işi

               kolay, her yıl yeni veba aşılarınız ve ihtiyacınız olan her türlü ilaç var. Ama hiç
               merak etmediniz mi... neden hiç iyileşmediğini? Ya da neden bu kadar sık
               aralıklarla ortaya çıktığını?”
               Gözlerimi ona çevirdim. “Ne demek istiyorsun?”
               Day gözlerini bana odaklamayı başardı. “Demek istiyorum ki... dün, beni
               hücremden alıp götürürlerken, Batalla Binası’ndaki bazı kapılara basılmış o

               kırmızı sıfırı gördüm. Lake’te de böyle sayılar gördüm. Neden yoksul bölgelerde
               de var, bunlar? Oralarda ne işi var, bölgelere ne pompalıyorlar?”
               Gözlerimi kıstım. “Sence Cumhuriyet insanları kasıtlı olarak mı zehirliyor?
               Tehlikeli sulardasın, Day.”
               Ama Day durmadı. Sesi daha heyecanlı çıkmaya başladı. “Bu yüzden Eden'i
               istiyorlardı, değil mi?” diye fısıldadı. “Mutasyona uğrayan yeni virüslerinin
               sonuçlarını görmek için? Başka neden olacak?” “Yaydığı yeni hastalık her neyse

               onu önlemek istiyorlar.”

               Day güldü ama bu onu yine öksürttü. “Hayır. Onu kullanıyorlar. Onu kullanıyorlar...” Gözleri ağırlaşıyordu.
               Konuşmak onu tüketmişti.
               “Sen çıldırmışsın,” diye karşılık verdim. Ama şimdi Thomas’ın dokunuşundan tiksinirken, Day e karşı bir
               iğrenme hissetmiyordum. Hissetmeliydim. Ama o hisler gelmiyordu. “Böyle bir yalan Cumhuriyete
               ihanettir. Hem Kongre böyle bir şeye neden yetki versin ki?”

               Day gözlerini benden ayırmadı. Tam da yanıt verecek gücü kaybettiğini düşünürken sesi daha da ısrarcı
               çıktı. “Şöyle düşün. Size her sene hangi ilacı vereceklerini nasıl biliyorlar? Her seferinde işe yarıyorlar.
               Sence de daha yeni çıkmış olan vebaya uyan bir aşı yapmaları garip değil mi? Nasıl bir aşıya ihtiyaçları
               olacağını nereden biliyorlar?” Her yıl olmamız gereken aşılar hakkında hiç kafa yormamıştım; onlardan
               şüphelenmek için bir sebebim olmamıştı. Neden olsundu ki? Benim kendi babam bu çift kapıların arkasında
               çalışıyordu, vebayla mücadele etmek için yeni yollar bulmak için uğraşıyordu. Hayır, artık bunu
               dinleyemezdim. Pelerinimi yerden alıp kolumun altına tıktım.
               Day, ben ayağa kalkarken, “Bir şey daha,” dedi. Eğilip ona baktım. Bakışları delip geçiyordu. “Sence
               başarısız olunca çalışma kamplarına mı gidiyoruz? June, o çalışma kampları dedikleri yer hastanelerin
               bodrumundaki morglardan başka bir şey değil.”

               Orada duramadım. Platformdan, Day’den uzaklaştım. Ama kalbim göğsümde küt küt atıyordu. Asansörün
               yanında bekleyen askerler ben yaklaşırken daha da dik durdular. Tiksintiyle dolu bir yüz ifadesi takındım.
               Askerlerden birine, “Zincirlerini çöz,” diye emir verdim. “Hastaneye geçip bacağım iyileştirin. Biraz
   134   135   136   137   138   139   140   141   142   143   144