Page 137 - Efsane
P. 137

“Teşekkürler,” diye fısıldadı. Kuru bir kahkaha attı. “Sanırım artık gidebilirsin.”
               Bir an için onu inceledim. Derisi yanmış, yüzü ter içindeydi ama gözleri hâlâ
               parlıyordu, sadece biraz odağını kaybetmişlerdi. Birden onunla ilk karşılaştığım
               anı hatırladım. Her yer toz içindeydi; hayatımda gördüğüm en keskin mavi
               gözlere sahip bu çocuk gelivermişti, ayağa kalkmama yardım ederek elini
               uzatmıştı.


               “Kardeşlerim nerede?” diye fısıldadı. “İkisi de hayatta mı?” Başımı salladım. “Evet.”
               “Peki Tess güvende mi? Tutuklandı mı?”

               “Henüz öyle bir bilgi gelmedi bana.”
               “Eden'a ne yapıyorlar?”
               Thomas’ın bana söylediği şeyi, generallerin cepheden onu görmeye gelişini
               düşündüm. “Bilmiyorum.”
               Day başını çevirip gözlerini kapadı. Nefes almaya odaklanmıştı. “Peki, onları
               öldürmeyin,” diye mırıldandı. “Onların suçu yok... ve Eden... o bir deney faresi
               değil.” Bir dakika sessizce durdu. “İsmini hâlâ bilmiyorum. Artık çok önemi

               kalmadı, değil mi? Benimkini zaten biliyorsun.”
               Gözlerimi ona diktim. “Adım June Iparis.”

               “June,” diye mırıldandı Day. İsmimi onun dudaklarından duyunca garip bir sıcaklık hissettim. Yüzünü bana
               çevirdi. “June, ağabeyin için üzgünüm. Ona bir şey olacağını bilmiyordum.”
               Bir tutuklunun sözlerine kulak asmamak üzere eğitilmiştim; yalan söyleyeceğini, seni savunmasız
               bırakabilmek için elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordum. Ama bu sefer farklı geliyordu. Bir şekilde
               sözleri çok gerçek, çok ciddi geliyordu. Ya bana gerçeği söylediyse? Ya o gece Metias’ın başına başka bir
               şey geldiyse? Derin bir nefes almaya çalışıp gözlerimi yere indirdim. Kendime, her şeyden önce mantık
               dedim. Başka hiçbir şey kalmadığında mantığın seni kurtaracaktır.
               “Hey.” Şimdi başka bir şey aklıma geldi. “Tekrar gözlerini açıp bana bakar
               mısın?”

               Dediğimi yaptı. Eğilip onu inceledim. Evet, hâlâ oradaydı. Gözündeki o garip
               yara izi, okyanus mavisi irisinde bulunan bir kırışıklık. “Gözündeki şey nasıl
               oldu?” Kendi gözlerime işaret ettim. “O kusur?” Bir şey ona komik gelmiş
               olmalıydı ki Day bir kere daha kahkaha attı, sonra da öksürük krizine girdi. “O
               kusur Cumhuriyet’ten bana bir armağandı.”
               “Nasıl yani?”

               Duraksadı. Düşüncelerini toparlamakta güçlük çektiğini görebiliyordum. “Daha
               önce de Merkez Hastanesi’nin laboratuvarında bulunmuştum, biliyor musun?
               Denemeye girdiğim günün gecesiydi.” Gözüne işaret etmek için elini kaldırmaya
               çalıştı ama zincirler zangırdayıp kolunu aşağı indirdi. “Bir şey enjekte ettiler.”
               Kaşlarımı çattım. “Onuncu doğum gününde mi? Laboratuvarda işin neydi?
   132   133   134   135   136   137   138   139   140   141   142