Page 193 - Efsane
P. 193

uzunluğunda bir pelerin giymişti. Kızıl bir yelek ve özenle yapılmış, kemerli
               çizmeler. Standart ordu kasketi. Yüzündeki sade makyaj güzelliğine güzellik
               katmıştı, saçı da yukarıdan toplanmış kusursuz bir atkuyruğuydu. Demek ajanlar
               özel günlerde böyle giyinmek zorundaydı.


               Ben ayağa kalkmak için çabalarken June biraz ötede durup saatine baktı. "Dört
               kırk beş,” dedi. Başını kaldırıp bana baktı. Planını anlayabilmek için gözlerini
               okumaya çalıştım. "Son bir isteğin var mı? Eğer son bir kez ağabeyini görmek ya
               da dua etmek istersen şimdi söylemelisin. Ölmeden önce sana tanınan son
               ayrıcalık olacak bu.”
               Tabii ki. Son arzum. Ona bakıp dikkatle boş bir ifadeyle durmaya çalıştım. Ne
               dememi istiyordu? Gözleri alev alevdi.

               “Ben...” diye söze başladım. Herkes bana bakıyordu.
               June neredeyse fark edilmeyecek bir mimikle, "John,” dedi. Komutan Jameson’a
               baktım.
               "Ağabeyim John'u görmek istiyorum." dedim. “Son bir kez. Lütfen.”
               Komutan sabırsızca başını sallayıp parmaklarını şaklattı, sonra da ona yaklaşan
               askere bir şeyler fısıldadı. Selam verip çıktı. Sonra tekrar bana döndü. "İsteğin

               gerçekleşecek." Kalbim daha da hızla atmaya başladı. June kısa bir bakış attı
               ama daha ona odaklanamadan, dönüp Komutan Jameson’a bir şey sormaya
               döndü.
               Komutan, “Hey şey yerinde, Iparis,” diye yanıtladı. "Başımın etini yemeyi kes
               artık.”


               Koridordan tekrar ayak sesleri duymaya başlayana kadar birkaç dakika sessizce
               bekledik. Bu sefer askerlerin sıralı adımlarına bir çekiştirme sesi de karışmıştı.
               John olmalıydı bu. Yutkundum. June bir daha bana bakmadı.
               Sonra John yanında iki askerle birlikte hücreye girdi. Önceden de zayıf ve
               solgun görünüyordu. Uzun, altın sarısı saçları kirlenmişti ve birazının suratına
               yapışmış olduğunun bile farkında değil gibiydi. Benim saçım da böyle

               görünüyor olmalıydı. Beni görünce gülümsemeye çalıştı fakat içinde çok az
               mutluluk vardı. Ben de gülümseyerek karşılık vermeye çalıştım.
               "Selam,” dedim.
               "Selam," diye cevap verdi.
               June kollarını kavuşturdu. "Beş dakika. Ne diyeceksen söyle de bitsin.”

               Konuşmadan onayladım.
               Komutan Jameson, June’a baktı ama ayrılmaya yönelik bir harekette bulunmadı.
               "Tam beş dakika olduğundan emin ol, bir saniye bile geçmesin." Sonra da bir
   188   189   190   191   192   193   194   195   196   197   198