Page 194 - Efsane
P. 194

elini kulağına bastırıp bağırarak emirler yağdırmaya başladı. Gözleri benim
               üzerimdeydi.

               Birkaç saniye sadece John'la birbirimize baktık. Konuşmaya çalıştım ama
               boğazım düğümlenmişti ve kelimeler ağzımdan dökülmedi. John’un kaderi bu

               olmamalıydı. Benimki böyle olabilirdi ama onun olmamalıydı. Ben toplumdan
               dışlanmıştım. Bir suçluydum, kaçaktım. Kanunları tekrar tekrar çiğnedim. Fakat
               John yanlış hiçbir şey yapmamıştı. Denemesini adil bir şekilde geçmişti.
               İnsanları umursayan, sorumluluk sahibi biriydi. Benden tamamen farklıydı.
               John sonunda sessizliği bozdu: "Eden’ın nerede olduğunu biliyor musun?
               Hayatta mı?"
               Başımı salladım. "Bilmiyorum ama sanırım hayatta."

               Boğuk bir sesle, "Oraya çıktığında," diye devam etti, "çeneni dik tut, tamam mı?
               Sinirlerini bozmalarına izin verme.”
               "Vermeyeceğim."
               "Uğraştır onları. Eğer gerekirse birini yumrukla.” John hüzünlü, çarpık bir
               şekilde gülümsedi. "Sen korkutucu bir çocuksun. Bu yüzden onları korkut. Oldu
               mu? Sonuna kadar."

               Uzun zamandır ilk kez için kendimi birinin küçük kardeşi gibi hissediyordum.
               Gözlerimin dolmaması için zorlukla yutkundum. "Tamam," diye fısıldadım.

               Zaman çok çabuk geçmişti. Vedalaştık, John’un iki nöbetçisi onu kollarından
               tuttu, hücremden çıkartıp kendi hücresine götürdüler. Komutan Jameson biraz

               rahatlamış görünüyordu, isteğimin gerçekleştirilmesi olayı sona erdiği için rahat
               bir nefes almıştı. Diğer askerlere işaret verdi. “Sıraya girin," dedi. “Iparis, bu
               çocuğu hücresine geri götürürlerken nöbetçilere eşlik et. Birazdan döneceğim."
               June selam verdi, sonra da askerler bana yaklaşıp ellerimi arkamdan
               kelepçelerken John’un arkasında hücreden çıktı. Komutan Jameson kapıdan
               kayboldu.
               Derin bir nefes aldım. Şimdi bir mucizeye ihtiyacım vardı.


               Birkaç dakika sonra, beni dışarı çıkardılar. John’un dediğini yapıp çenemi dik
               tuttum, gözlerim boş bakıyordu. Şimdi kalabalığın sesini duyabiliyordum.
               Sesleri yükselip alçalıyordu, insan sesinden oluşan bir dalga gibi gelip gidiyordu.
               Yürürken gözlerim koridora dizilmiş ekran panellerini taradı, meydandaki

               insanlar huzursuz görünüyordu, rüzgârlı bir günde denizde çıkan dalgalar
               gibiydiler, onları kafes gibi çevreleyen askerleri seçebiliyordum. Aralarda
               saçlarının bir tutamını kızıla boyamış birkaç kişi gördüm. Askerler kalabalığın
   189   190   191   192   193   194   195   196   197   198   199