Page 20 - Efsane
P. 20
Sürücü koltuğundaki asker Thomas’la dostça bakıştık. “Üzgünüm,” diye
mırıldandım.
Yolcu koltuğuna oturan Metias gözlerini kısarak arkasına döndü. “Aklından ne
geçiyordu? Kampüsten çıkacağım biliyor muydun?” “Evet.”
“Tabii ki. On beş yaşındasın. Bu yüzden gidip on dört...” Derin bir nefes aldı,
gözlerini kapadı ve kendini teskin etti. “Bir sefer olsun senin neye kalkıştığını
düşünerek endişelenmeden günlük görevlerimi yerine getirmeme izin vermeni
çok isterdim.”
Dikiz aynasında tekrar Thomas’la göz göze gelmeye çalıştım ama o gözlerini
yoldan ayırmıyordu. Aslında ondan yardım beklememeliydim. Mükemmel
derecede düzgün saçları ve kusursuzca ütülenmiş üniformasıyla her zamanki gibi
derli topluydu. Yerinden fırlamış tek bir saç teli veya iplik bile yoktu. Thomas,
Metias’tan birkaç yaş küçük ve onun devriyesinde görev alan bir astı da olsa
tanıdığım herkesten daha disiplinliydi. Bazen onun kadar disiplinli olmayı
dilerdim. Herhalde yaptıklarımı Metias’tan bile daha fazla kınıyordu.
Los Angeles şehir merkezini ardımızda bırakıp dolambaçlı anayoldan sessizce
ilerledik. Manzara, Batalla bölgesinin yüz katlık gökdelenlerinden, dip dibe
duran her biri yirmi-otuz katlık kışla kuleleri ve sivil tesislere yerini bıraktı.
Çatılarında yol gösteren kırmızı ışıklar yanıp sönüyordu, çoğunun boyası da
geçen sene yaşanan bir dizi firtına yüzünden soyulmuştu. Duvarda
çaprazlamasına kesişen metal destek kirişleri bulunuyordu. Yakında bu
destekleri yenilemelerini umuyordum. Savaş son zamanlarda iyice
yoğunlaşmıştı. Yıllardır altyapı fonları cepheye aktarıldığı için yeniden deprem
olması durumunda bu binalar ayakta kalır mı kalmaz mı, bilemiyordum.
Birkaç dakika sonra, Metias daha sakin bir sesle devam etti. “Beni bugün çok
korkuttun,” dedi. “Seni Day sanıp ateş edecekler diye korktum.”
Bunu iltifat olarak söylemediğinin farkmdaydım ama gülümsemeden edemedim.
One eğilip kollarımı koltuğunun üzerine koydum. Küçükken yaptığım gibi
kulağını çekerek, “Hey,” dedim, “seni endişelendirdiğim için üzgünüm.”
Alaycı bir şekilde güldü ama sinirinin yatışmakta olduğunu hissedebiliyordum.
“Evet. Her seferinde böyle diyorsun, sevgili June. Drake bile aklını yeterince
meşgul edemiyorsa başka ne edebilir, bilmiyorum.” “Aslında... görevlerinden
birine beni de götürsen, hem çok şey öğrenmiş olurum hem de başıma iş