Page 62 - Efsane
P. 62
belki. Herhalde birbirlerini vurmalarını sağlamıştı. Herhalde bir pencereden içeri
dalmıştı. Bu sadece birkaç saniyesini alırdı. İçeri girdiğinde ne yaptı, işte o
konuda hiçbir fikrim yoktu.)
Day’in ne kadar çevik olduğunu zaten biliyordum. İki buçuk kattan düşüp
hayatta kalabilmesi bunun kanıtıydı. Ancak bu akşam aynısını yapma şansı
yoktu. Ne kadar çevik olduğu umurumda değildi; kimse binalardan öylece
atlayıp sonra hemen düzgünce yürüyecek duruma gelmeyi bekleyemezdi. Day en
az bir hafta daha duvarlardan, merdivenlerden atlayamayacaktı.
Birden gerildim. Geceyarısını iki dakika geçiyordu. Uzaklardan bir klik sesi
yankılandı ve çöpteki kedi kaçtı. Bu ses bir çakmaktan, silah tetiğinden,
hoparlörlerden ya da bir sokak lambasından gelmiş olabilirdi. Çatıları taradım.
Henüz bir şey yoktu. Ama ensemdeki tüyler diken diken oldu. Burada olduğunu
biliyordum. Beni izlediğini biliyordum.
“Çık dışarı,” dedim. Ağzımdaki mikrofon, sesimin bir erkeğinki gibi çıkmasını
sağlıyordu. Sessizlik. Büfedeki ilan kâğıtları bile hareket etmiyordu. Bu gece
rüzgâr yoktu. Kemerimdeki kılıftan bir ilaç şişesi çıkardım. Diğer elim silahımı
bırakmıyordu. “İhtiyacın olan şey bende.” Sözlerimi vurgulamak için şişeyi
salladım. Hâlâ hiçbir şey yoktu. Ancak bu sefer, kısık sesli bir iç çekiş duydum.
Bir nefes. Gözlerim çatılarda sıralanmış olan hoparlörlere fırladı. (Demek o klik
sesi buydu. Hoparlörlerin kablo düzeneğini değiştirmişti, böylece yerini belli
etmeden benimle konuşabilecekti.) Maskemin arkasından gülümsedim. Ben de
olsam böyle yapardım.
Elimle tekrar şişeyi işaret ederek, “Buna ihtiyacın olduğunu biliyorum” dedim.
Şişeyi elimde döndürüp daha da yukarıda tuttum. “Üstünde bütün resmî
etiketleri ve onay damgası var. Gerçek olduğuna garanti veririm.”
Bir nefes daha.
“Önemsediğin biri gelip benimle konuşmam isteyecektir.” Gözlüklerimdeki
saate baktım. “Geceyarısını beş geçiyor. İki dakika daha veriyorum sana. Sonra
gideceğim.”
Sokak yine sessizliğe büründü. Arada bir hoparlörlerden gelen hafif bir nefes
veriş duyuyordum. Gözlerim vizörümdeki saatten çatıların karanlığına gidip
geliyordu. Zekiceydi. Nereden yayın yaptığını anlayamıyordum. Belki bu
sokaktaydı ya da birkaç blok ötede daha yüksek bir katta. Ama beni kendi