Page 75 - Efsane
P. 75
SAAT 06:25
Lake bölgesindeydim, doğmakta olan güneşin su değirmenleri ve türbinleri altın
rengine boyamasını izliyordum. Suyun kenarında havada sürekli asılı duran bir
duman tabakası vardı. Gölün daha da ilerisinde, kıyının tam kenarında Los
Angeles şehir merkezini görebiliyordum. Bir sokak polisi yaklaşıp bana aylak
aylak dolaşmamamı, ilerlememi söyledi. Tek kelime etmeden onayladım ve
kıyıdan yürümeye devam ettim.
Uzaktan bakıldığında etrafımda yürüyenlerden bir farkım yoktu. Yarım kollu
gömleğimi Lake ve Winter arasındaki sınırda bulunan bir ikinci el mağazasından
almıştım. Pantolonum yırtıktı ve pislik içindeydi; botlarımın derisi dökülüyordu.
Bağcıklarımı bağlamak için kullandığım düğüme çok dikkat ettim. Basit bir
Rose düğümüydü, herhangi bir işçinin kullanabileceği bir düğüm. Saçımı
yukarıdan sıkı bir şekilde topladım. Üstüne de gazeteci çocukların giydiği
kasketlerden taktım.
Day’in kolyesi cebimde güzelce duruyordu.
Buralarda sokakların ne kadar pislik içinde olduğuna inanamıyordum. Büyük
olasılıkla Los Angeles’ın yıkık dökük varoş mahallelerinden bile beterdi. Yer,
deniz seviyesine yakındı (hepsi birbirine benzeyen diğer yoksul bölgelerin
aksine), bu yüzden her fırtına çıktığında gölü aşarak kıyı boyunca dizilen bütün
sokakları, lağım suyuyla karışık kirli bir sele boğuyordu. Binaların hepsi
dökülüyordu, sıvaları kabarmıştı; tabii ki polis merkezi hariç, insanlar, duvarlara
yığılmış çöpler sanki orada değillermiş gibi yanlarından geçip gidiyordu. Sokak
köpekleri ve sinekler çöplüklerde dolaşıyordu; tıpkı insanlar gibi. Kokuyu alınca
yüzümü buruşturdum; isli fener, makine yağı, kanalizasyon kokuyordu. Sonra
kendimi toparladım, eğer bir Lake yerlisi gibi davranacaksam bu kokuya alışık
olmam gerektiğini fark ettim.
Geçerken birkaç adam bana sırıttı. Hatta içlerinden biri bana seslendi. Onları
görmezden gelip yoluma devam ettim. Denemelerini bile ancak geçebilmiş bir it
sürüsüydü işte. Acaba bu insanlar aşı olmuş olsam bile bana veba bulaştırırlar mı
diye merak ettim. Kimbilir nerelerde bulunmuşlardı...
Sonra birden duruverdim. Metias bana yoksul insanları hiçbir zaman bu şekilde
yargılamamamı söylemişti. Eh, ne de oha o benden daha iyi biriydi, diye
düşündüm acı acı. Yanağımdaki küçük mikrofon biraz titredi. Daha sonra da
küçük kulaklığımdan kısık bir ses duydum. “Bayan Iparis.”Thomas’ın sesi