Page 137 - Olasılıksız
P. 137
Martin Crowe, kendini bildi bileli insanoğluna hizmet etmek istemişti. Annesi hep bir rahip
olacağına inanmıştı. Ama Martin, din adamı olamayacak kadar sinirli olduğunu biliyordu. O yüzden de,
ilahiyat okumaktansa, Georgetown Üniversitesi'nde Hukuk bölümünü bitirdi. Hukuk sistemi sürekli
çatışmaya açık olduğundan, kavgacı kişiliğini tatmin edebileceğini umuyordu.
Ancak, mezun olduğunda Crowe Savcılık'ta bir iş aramaktansa FBl'a yazıldı. Quantico'da eğitim
görmeye başladığı günden itibaren de bu kararını bir an bile sorgulamadı. Crowe her şeyi çok kolay
öğrendi ve hatta üniversite yıllarında eksikliğini çektiği atletik alanda rekabet etme isteğini bile tatmin
etti.
Adil davranıp, adalete inanarak, amirlerine birçok kereler istisnai olduğunu kanıtladı. O, haftada
yedi gün, günde 15 saat, aylar boyunca çalışıp yorulmayan, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir ajandı.
O en istenmeyen ayak işlerini de yapardı, en yorucu gözetleme işlerini de alırdı. Onu
Milwaukee'ye ya da Miami'ye tayin etmelerini umursamazdı. FBI ona ne iş verse, bunu tam istenildiği
gibi, başarıyla tamamlardı. İş birini tutuklamaya gelince de, kapıdan elinde silahla ilk giren hep Martin
Crowe olurdu.
İlk birkaç yıl boyunca işinden daha önemli bir şey olmadığını düşündü; ama sonra kendisi gibi
ajan olan Sandy Bates'le tanışınca her şey değişti. Üç ay dillere destan bir aşk yaşadıktan sonra,
Martin Crowe Sandy'ye evlenme teklif etti. Evlendikten birbuçuk yıl sonra da Sandy dünyalar güzeli bir
kız bebek doğurdu. Betsy vaftiz edildiğinde, Martin Crowe yetişkin olduğu günden bu yana ilk defa
ağladı. Hayatında hiç bu kadar mutlu olmamıştı.
Bir aile sahibi olmak, işini daha da anlamlı kılmıştı. Gerçi artık haftalarca evden uzak olmayı
sevmiyordu, ama yine de ülkeyi karısı ve kızı için daha güvenli bir yer yapmaya çalıştığını biliyordu.
Sonra bir gün hayatı duruverdi. Hâlâ karısının onunla konuşurken nasıl zorlandığını, kızlarına
mylemonoktik lösemi teşhisi konulduğunu söylediği günü hatırlıyordu. Birden Crowe'un dünyası çok
korkunç oluverdi; kötülük, ceza yasalarıyla ilgili değildi, artık kanserli hücreler ve kan sayımlarıyla
ilgiliydi.
Sonunda baş edemediği bir düşman çıkmıştı karşısına ve bu, küçük kızını yiyip bitirirken elinden
bir şey gelmiyordu, yalnızca seyirci kalabiliyordu. Sandy FBI'daki işini bıraktı Betsy'ye bakmak için.
Crowe da maddi sıkıntıları olmasın diye sürekli çalışmaya başladı. Ama ne kadar çalıştıysa, kazandığı
yetmedi. Ayrıca, sağlık sigortasının Betsy'nin doktorlarının talep ettikleri birçok deneysel prosedürü de
karşılamadığını gördü.
Altı ay içinde ellerinde avuçlarında ne varsa harcadılar, ama Betsy yine de ölüyordu. Crowe artık
dibe vurmuştu ve yavaşça çıldırıyordu. Aslında işine biraz ara vermeliydi, ama paraya ihtiyacı vardı, o
yüzden de ek işler için de gönüllü oldu.
İşte o zaman ona Duane davasını verdiler.
'Koca Baba' Duane ,yedi çocuğu kaçırıp öldürmüştü. Her birini bir hafta kadar elinde tutup, yas
tutan ailelerine parça parça postayla yollamıştı çocukları. Medya ona 'postacı katil' adını takmıştı.
Crowe kendi kendine yemin etti bu herifin defterini düreceğine.
Crowe ekibe katıldığında, dört gün önce Falmouth Massachusetts'de bir parktan kaçırılan, altı
yaşındaki Bethany o'Neil'ı arıyorlardı. Zaman geçiyordu ve herkes de bunu biliyordu. Sonra ilk defa
şansları yaver gitti. Duane'in internet üzerinden görüştüğü sapık pedofillerden biri yakayı ele verdi.
Ama operasyondan sorumlu federal ajanlar yirmidört saat sonra bile herifi konuşturamamışlardı.
İşte o zaman Martin Crowe'u çağırdılar.
Tüm kameraları kapattılar ve Chesterfield'i Crowe'la ses geçirmez bir odada yalnız başına
bıraktılar. İşte o odada, Stephen Chesterfield'le baş başa kalan ve başka bir küçük kızın hayatının
tehlikede olduğunu bilen Crowe sonunda patladı.
Bir saat sonra elinde Koca Baba'nın nerede olduğunu yazan kanlı bir parça kâğıtla çıktı odadan.
Diğer ajanlar Crowe'a ne yaptığını sormadılar, çünkü bilmek istemiyorlardı. Tek istedikleri, O'Neil'lerin
Saklı Kütüphane 137 www.e-kitap.us