Page 55 - Olasılıksız
P. 55
hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı
kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir.
Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek
ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek."
"Yani bu geleceği tahmin etmek gibi bir şey mi?" diye sordu Caine.
"Tahmin etmek imkânsızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin."
Caine o zamanlar babasının ne demek istediğini anlayamamıştı; ama bu, oyundan büyük zevk
almasını engellemedi. Her gece yemeklerini bitirip sofrayı topladıktan sonra, ikizler ödevlerinin başına
oturmadan, babaları onlarla birer kez satranç oynardı. Jasper babasını hiç yenemedi, ama Caine sık
sık yenerdi.
Caine beyaz şahı alıp tahtadaki yerine koydu. Babasını on küsur yıl önce kaybetmişti. Hâlâ
onunla satranç oynamayı özlüyordu.
"Biliyor musun," dedi Jasper düşüncelere dalmış olan Caine'i kendine getirerek, "galiba sen daha
iyi bir oyuncu olduğun için babam seni daha çok severdi."
"Babam beni daha çok sevmezdi," dedi Caine Jasper'ın söylediğinde bir gerçeklik payı olduğunu
bilmesine rağmen. "Ayrıca, sen de aklını oyuna verdiğinde iyi oynuyordun. Senin sorunun yerinde
duramamaktı. Dikkatsizce oynayıp hatalar yapıyordun, bu yüzden de açık veriyordun."
Jasper omuz silkti. "Aklını vermek sana göre bir şey, bana göre değil," dedi Jasper. ''Yastık var
mı?"
Kardeşinin geçmişi anmaya niyetli olmadığını anladı Caine. Bu konuşmaya da böylece bir nokta
koyduklarını anlayarak Jasper'ın kanepede rahat ettiğine emin olduktan sonra kendi yatağına girdi.
Başı yastığa değer değmez uyuyakaldı. Yavaşça bilinçaltı devreye girdi, kayıyordu. Sonra da...
Philadeiphia'ya giden bir trendeydi.
Vagon bir sağa bir sola sallanıyor, Caine'in uykusu geliyor. Trenin sesi monoton; pencereden
baktığında gördüğü ağaçlar aralıksız kahverengi bir şerit gibi. Kucağına bakınca biraz şaşırıyor. Sol
eliyle başka birinin elini tutuyor. Küçücük bir el. Elizabeth de yanında. Caine'e gülümsüyor ve
parmaklarından birini sıkıyor.
Caine sağ eline bakıyor. Parmakları kapalı, uzun kırmızı tırnaklı, büyük ama yumuşak bir el var
elinin üstünde. Caine kadına bakıyor ve ondan elini bu kadar sıkmamasını istemek üzere. Kadın ona
dönünce sanki onu daha önce gördüğünü hissediyor Caine. Kadın tanıdık gibi. Kadının şişkin göbeğini
görünceye kadar onun kim olduğunu anlayamıyor. Sonra hatırlıyor. Bu hastanedeki hamile kadın.
'Nereye gidiyorsunuz?" diye soruyor Caine İkisine.
"Seninle aynı yere," diye cevap veriyorlar tek bir ağızdan.
"Neden?" diye soruyor Caine; ama bu soruyu sorarak ne öğrenmeye çalıştığını o da bilmiyor.
"Çünkü," diyor Elizabeth, İşler böyle işler."
"Ya," diyor Caine sanki bu cevap çok mantıklıymış gibi.
Otomatik kapılar açılmadan Dr. Tversky kravatını düzeltti. Yeşil-siyah kamuflaj kıyafetleri giyen iki
adam onu karşıladı. Askeri personelin, şehrin içinde bile, ormanda ortama uyum sağlamak ve
gizlenmek için uygun olan bu kıyafetleri giymekte neden ısrar ettiklerini bir türlü anlamamıştı. Gri
boyalı odada adamların bu kılıkta gizlenmeleri söz konusu dahi değildi. Hatta, filmden fırlamış
gerçeküstü kahramanlar gibiydiler.
"Kimliğinizi alabilir miyim efendim?" Adam konuşurken, sesi ifadesizdi. Bu aslında bir istek değil,
bir emirdi.
Dr. Tversky ehliyetini verdi ve asker, geçici bir kimlik düzenlerken bekledi. Eline aldığı kimliğe
baktı, sonra da yakasına iliştirdi. Büyük harflerle TVERSKY, P. diye yazılmıştı, altında da bir barkod
Saklı Kütüphane 55 www.e-kitap.us