Page 121 - Münip Dergisi 2.Sayı
P. 121

Öyle zannediyorum ki “medeniyetin henüz uğramadığı-  resanın hemen altında, odanın ortasında durmakta olan
             nı” sandığı “balta girmemiş ormanlara sahip” adalardan   masaya yürüdü. Sandalyeyi çekti, oturdu. Bunu yapmak
             birine düşmüştü ama fena yanılmıştı zavallıcık. Mede-  bile yıllar sürmüş gibiydi onun için. Hâli yoktu, mecali
             niyet sembolü sandığı fabrikalar buraya da uğramıştı.   yoktu ve düşünmek onu hayatta tutabilecek yegâne şey
             Gökyüzünü beyaz görür sanıp yine yanılmıştı çünkü o   gibi hissediyordu. O anda bir yıldırım çaktı beyninde.
             iğrenç pas rengi tıpkısının aynıyla buradaydı. İtiraf et-  Saymaya başladı: “Ateş; kuru, sıcak. Hava; ıslak, sıcak.”
             meliyim ki biri daha vardı ısrarla gitmeyen, etini çitilese   Ağlıyordu. Boğazı düğüm düğüm oldu, nefes alamadı,
             de üzerine yapışan, kussa da içindeki kanı, safrayı insanı   boğulacaktı. Artık bir yağ tabakasına dönmüş, kireçlen-
             terk etmeyen, insanların yüz ifadesine yapışan, el kol ha-  miş saçlarının altında şakak damarları şişti, patlayacak
             reketlerine gizlenen bir renk daha vardı: gri.   gibi oldu, dudakları mosmor… Neden sonra öksürme-
                                                          ye çalıştı, zorlandı ama başardı. Öksürdü.
             Tonlarca gri vardı hayatında. Milyonlarca tonu vardı.
             Her bina griydi ama her biri inatla başka bir tonu giyer-  Ağzından çıkan siyah dumanı algılayamadı önce, hayal
             di. Yer griydi, taş griydi, gök griydi, deniz griydi, ruhlar   görüyor sandı. Öksürmek rahatlatır sanmıştı ancak aksi
             griydi. Ne tesadüftür ki aynı griden burada da vardı!   olmuştu. Sonra siyahlığı gördü. Şaşırdı, bağırmaya baş-
             Dünyanın öbür ucuna gitmiş, kaçamamış, kurtulama-  ladı. “Yardım edin! Ölüyorum, bu ne böyle!” Tabii ki ka-
             mıştı. Ayrıca burada balta da yoktu orman da. Balta gir-  nadına kurşun isabet etmiş, döne döne denize düşen bir
             memişti şüphesiz ormanlarına, odun kesme makinesiy-  martı gibi boğuk gürültüler çıkardığının farkında değil-
             le halledebilirlerdi işlerini pekâlâ. Bir kahkaha patlattı.   di. –Bu sesi bozulmuş bir fabrika bacasınınkine de ben-
             Ses dalgalarının duvara çarptığını hissetti, sözleşmiş gibi   zetmek mümkün-  Ama şimdi siyah dumanı çok daha iyi
             toplanıp kulağına girdi dalgalar. Şimdi kulak yolundalar,   görebiliyordu. Duman öksürüyordu. Öksürmek ne keli-
             kulak zarı, çekiç, örs, üzengi,korti ve talamus… Kendi   me, kusuyordu! Bunca zaman ciğerlerine işleyen duman
             sesini duydu tekrar. Hoşuna gitmeye başlamıştı bu oyun   bronşlarından, alveollerinden, kanında oksijen taşıyan
             ama hayır, daha önemli bir işi vardı. “Ateş, hava, su, be-  alyuvarlarından içini yakarak soluk borusuna ulaşıyor,
             ton…” “Hayır! Hayır dedim sana, sus!” “Konuş şimdi,   oradan yüzünde simsiyah bir lekeye dönüşmüş ağzına
             tekrar konuş. Hatırla, uzakta bir köy vardı. Senin köyün-  varıyordu. Daha fazla dayanamadı. Kustu.
             dü hatırla, senin köyün! Yeşili hatırla, çimenleri hatırla,
             ağaçları. Yeşil…” Ateş, hava, su, toprak…    Başta anlamadı ne olduğunu. Sarı bir sıvı, parlak… Bunu
                                                          düşünecek durumda da değildi zaten zavallı adam. Son-
             Hatırlamaya başlamıştı. Tepeler, yeşil… Tenini okşa-  ra kokuyu hissetti. Keskin, acı bir koku. Zaten yanmakta
             yan rüzgâr, bir zamanlar kıvırcık olan saçlarının arasın-  olan boğazını deşen bir koku… Motor yağı, motor yağı
             da nazlı bir çocuk gibi oynaşan güneş… Beton. Hayır,   kusuyor!  Başı dönüyor şimdi. Yere düştü sandalyesin-
             burada değil o. Koşuyor, saçları oynuyor şimdi güneşle,   den. Adamcağız kıvranıyor acılar içinde. Bu koku çok ra-
             salınıyor. Su… Buz gibi. Pınarın başına koşmuş, susamış   hatsız edici… İs, kurum, duman ve yağ kokusu... Şokun
             çünkü. Tuz yalamış gibi hissediyor. Başı dönüyor şimdi.   etkisiyle durmuş olan ağlaması yine başladı. Ağladı.
             Pınar, serin… Bırakın da kana kana içsin, kurtulsun pas
             renginden, bırakın da atsın içindeki griyi. Ciğerlerini te-  Gözleri yanıyordu. Ama sanki bunda bir gariplik vardı.
             mizlesin dumandan, isten, kurumdan.          Titreyen ellerini gözlerine götürdü. Ölesiye korkuyordu
                                                          aklına gelen düşüncenin şu anda, tam şu anda gerçek-
             O da ne! Kaynıyor, su kaynıyor. Metal canavar üzerine   leşiyor olmasından. İliklerine kadar korkuyor, uyanmak
             geliyor şimdi, yutacak onu tekrar, tekrar tükürecek. Ha-  istiyordu. Zavallıcık bütün bunların kâbus olmasını di-
             yır, izin vermeyin bu sefer ne olur! Vazgeçti, hatırlamak   liyordu!
             istemedi o cenneti. Yıllardır yaşadığı bu cehennemin
             içinde o cenneti daha fazla hatırlamaya tahammül ede-  Bu oda böylesini hiç görmemişti. Böylesi hiç olmamıştı.
             medi. Ancak bu, düşünmesine engel değildi.   Gözlerine dokundu, titreyen ellerini geri çekti. Siyah!
                                                          Simsiyah! Kokladı. Tanıyamadı başta, sonradan anladı:
             Zaferi kaybettirecek mıhı ne zaman yitirmişlerdi? Bu   Zift. Orada, ölmek üzereyken bir şiir geldi aklına. Kim
             kâbus birdenbire çökemezdi üstlerine. Yere oturmaktan   bilir nerede görmüştü, ne kadar zaman olmuştu:“Trrr-
             vazgeçti, daha ne kadar kafasını duvarlara vuracaktı?   rum, trrrrum, trrrrum! Trak tiki tak! Makinalaşmak is-
             Rutubet kokan küflü odasında ayağa kalktı, beyaz flo-  tiyorum!”


                                                                                            2022/2   119
   116   117   118   119   120   121   122   123   124   125   126