Page 122 - Münip Dergisi 2.Sayı
P. 122
Anlamanın bir yolu kalmıştı galiba. Belki de bitsin iste- Sahi henüz kendimi tanıştırmadım sizinle, benim ha-
mişti, bilemiyorum. Ama başka bir yerde karşılaşsaydık tam, bağışlayın. Ben: gri. Evet, evet o benim. Binbir
bu adamcağızla belki farklı olurdu bir şeyler: tonla bu adamın hayatına sinmiş griyim ben. Ciğerleri-
ne işleyen de benim, nefesine sinen, gözlerinden akan
Bütün o iğrenç yağ, duman, zift karışımı arasında gö- da. Günlerdir bu hücrede onunla oturan benim. Herkes
züne parlak bir şey ilişti. Yine aynı griden yapılmış par- onu terk etmişken burada kalan, yanında olan benim.
maklıkların arkasında, yine aynı grilikte bir şey. Sivri, Binbir tonumla hayatınıza sinen, yanı başınızda bu hikâ-
keskin… Doğrulmaya çalışırken eklemlerinden sesler
yeyi size fısıldayan benim. Tam ensenizdeyim, dikkatli
geldi, gıcırdamalar… Yağlanması gerektiği unutulmuş dinlerseniz nefesimi duyabilirsiniz. Belki bir gün sizin
dişlilerin birbirine çarptığında çıkardıkları o kulak tır- de hikâyenizi anlatırım, dikkat edin.
malayan, tiz ses: :“Trrrrum, trrrrum, trrrrum! Trak tiki
tak! Makinalaşmak istiyorum!” Kulaklarını kapadı, bu Ateş, hava, su, toprak… Su; ıslak, soğuk. Yerde duran
sese dayanamazdı. Sürünmeye başladı, belli ki dayana- kırmızı sıvıya bakarken gülümsedi. İçine işleyememişti
mıyordu ağrılara ama yapmak zorundaydı. Sonunda işte, söküp atmıştı artık bu deliliği, bitmişti. O anda bu
ulaştı parmaklıklara. Hâlâ yaşadığını anlaması için tek adamı görseniz “Delirmiş!” derdiniz. Bütün o iğrenç ka-
şansıydı bu. Bilmek zorundaydı. Gözyaşlarını zift, ne- rışımın içerisinde simsiyah ağzıyla, kırmızı sıvıya baka-
fesini kurum yapan, midesine motor yağı dolduran bu rak gülen bir adam. Artık özgür bir adam… Hayatının
delilik onu tamamıyla ele geçirmiş miydi? renklerini söke söke geri aldı benden. İçine sindiğim her
şeyi kazıdı, çitiledi, temizledi. Pislik içinde gibi görünen
Yavaşça uzandı, boğazından çıkan hırıldamalar motoru bu adam asıl şimdi bütün pisliklerinden arınmış, terte-
bozuk, eski bir kamyoneti andırmaya başlamıştı artık. miz olmuştu.
Kim bilir kimin düşürdüğü o bıçağı parmaklarının ucuy-
la kavradı. Düşürmemeliydi, tekrar uzanamazdı çünkü. Ateş, su, hava, toprak… Toprak; kuru, soğuk. Beton
Alnında terler boncuk boncuktu. Ağzı hâlâ simsiyahtı. gibi. Ama toprak başka; yumuşak, güzel kokuyor… Be-
Onu o halde görüp acımamak elde değildi. Ben bile acı- ton çok sert ve şimdi çok kötü kokuyor. “Ateş, su, hava,
dım ona. toprak… Güneşi kim getirdi buraya?”
120 2022/2