Page 59 - Münip Dergisi 2.Sayı
P. 59

Etrâfında etkileşime girdiği maddî ve mânevî ne var-
                                                          sa hepsinin bileşik senfonisiyle zekâsını geliştiriyor ve
                                                          benliğini oluşturuyor. Ortak zamânların ve mekânların
                                                          otantik besleyiciliği ile büyüyor yâni… Bir anlâmda
                                                          bu kodlar (gelenekler, görenekler, ilâhîler, türküler, deyiş-
                                                          ler, fıkralar, taşlamalar, atasözleri , efsâneler, menkîbeler
                                                                                   5
                                                          vs..) bireyin kişiliğinin ayrılmaz parçaları hâline geliyor.
                                                          Modern insân ise hayâtın bu unsurlarından yalıtılmış ve
                                                          yoksun bir şekilde, kalabalık ve agresif şehirlerde yaşı-
                                                          yor. Pek çok doğal şeyi (otantisiteyi) yaşayamıyor ve de
                                                          deneyimleyemiyor yâni... Parçalı bulutlu bir görünüm
                                                          veriyor hâliyle... Özetle bu çürük zamânların “bir−tür−
                                                          olarak” zavallı insânları, geleneksel zamânların otantik
                                                          saydamlığının aksine; modernizm sonrası zamânların
                                                          belirsiz ve kaotik buhrânını yaşıyor.
                                                          İnsânları yetersizlik, tatmînsizlik duygusuna iten şey,
             türlü cevap alamıyordum. Sonunda, Karadeniz ağzıy-  biraz da çağın özelliğinden kaynaklanıyor sanırım. Mo-
             la (aksanıyla) konuşmaya çalışınca, hemşehrîlikten ve   dernite bize pek çok şeyi empoze ederken, pek çoğun-
             aksanımın katmış olduğu empatiden dolayı sonunda   dan da mahrûm bırakıyor. İnsânları kişisel gelişime sevk
             benimle konuşmaya başladı. Sordum “Teyze neyun var?   eden sâik bu durumun doğurduğu bir arayış içersinde
             Niçunboyledarlanupduriysun, sızlanuysun”. Yaşlı teyze,   olmaları aslında! Çünkü çağımız bizi tek−tipleştiriyor.
             böylece beni kendine daha yakın hissederek dedi ki:   Modernite ‘Tanrı’yı, ‘kutsâl’ı yerinden edip, yerine
             “Uşağum, senin anlayacağun, ineklerusattuk; tarlayu,   kendi ürünlerini / kutsâllarınıikãme ediyor. İnsânlara
             köyi, obayi, yaylayibıraktuk; çarşıya induk; apartmana   “hazır−kalıp−yaşamlar” sunarak, onların yaratıcılığını
             taşinduk; adamluktançiktuk.”  Düşünebiliyor musunuz,   köreltiyor ve katılımını azaltıyor (dışlıyor). Onları, [özür
             kendisini varoluşsal olarak besleyen çevreyi (sosyal eko-  dilerim] tıkınan ve ıkınan bir tür ‘gübre makinesi’ şek-
             lojiyi), hayâtı, insânları, hayvanları ve dipdiri olan folk-  linde yaşamaya itekliyor!
             lorik kültürü terkedip şehirde yaşamak zorunda kalınca,
             ne hâle gelebiliyor insân.                   İlginç bir örnek vereyim isterseniz! Şehir merkezinde,
                                                          okullar arasında yapılan bir bilgi yarışmasındaki çocuk-
             Değil mi ki, her insânın kendine âit bir ortamı, kültürü,   lara, “Küçük ve derînce bir deliğe ping−pong topu kaçmış.
             kavramları, anlâm haritaları,  mânevîyâtı var.  Şu hâlde   Topu oradan nasıl çıkarırsınız?” diye sormuşlar. Anado-
             bunlardan bağımsız bir kişilik oluşumu düşünülemez.   lu ve Fen Lisesi öğrencileri bu soruya maalesef doğru
             Çünkü her insânın, her gurubun sosyal ekolojisi ve de   cevap verememişler. Aynı soruyu, yarışmaya bir köy
             bağlamı var. Önceleri Bilişsel Zekâ (IQ) vardı. Sonra   okulundan gelerek katılan çocuklara sormuşlar, onlar
             Duygusal Zekâ (EQ) çıktı. Bir ara Rûhsal Zekâ (SQ)   da: “Deliği, ağzına kadar su doldururuz, top kendiliğinden
             adlı farklı bir klasifikasyon da alanımızda oturtulmaya   çıkar” demişler. İşte bu çarpıcı bir Çoklu Zekâ örneği-
             çalışıldı. Şimdilerde Çoklu Zekâ daha bir revaçta. Yâni,   dir. Demek ki çocuklar bunu, yaşantının kendi otantik
             insân−tekini sâdece Bilişsel ve Duygusal Zekâ ile değil,   akışı, doğası ve dinamiği içerisinde deneyimleyerek
             aynı zamânda bütünleşik olarak Görsel Zekâ, Dokunsal   öğrenmişler… İşte yaşamın bu mucizevî bilgeliğini ve
             Zekâ, İşitsel Zekâ, Rûhsal Zekâ, Hareketsel Zekâ, Mate-  öğretmenliğini, kısa metrajlı veyâ cafcaflı seminerlerde
             matiksel Zekâ, Dilsel Zekâ vb. zekâ kategorilerin bireyi   veremezsiniz. Kişisel Gelişimci’ler sanırım en başta bu-
             kuşatmış olduğu çoklu bir paradigma var artık elimizde.   rada yanılıyorlar!
             Size bir şey söyleyeyim mi? Köydeki bir çocuk bunların
             hepsini yaşıyor aslında. İneğe dokunuyor, ağaca çıkıyor,   Dahası, örneğin ABD’de, Anaokulu’na başlayan çocuk-
             komşunun bahçesinden elma aşırıyor vs…       lara balık çizin demişler, bazı çocuklar “Balık” diye kon-

             5   Bkz., İskender Pala, İki Dirhem, Bir Çekirdek (Deyimlerimizin ve Atasözlerimizin Dayandığı Hikâyeler), L&M Kitaplığı, İs-
                tanbul, ©2003.


                                                                                            2022/2   57
   54   55   56   57   58   59   60   61   62   63   64