Page 36 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 36

Işık Olsun Diye









            Gülhan Tuba ÇELİK*




                  rguvan renkli otobüs kırmızıda durduğun-  oluştan yola çıkmış olsalar dahi bu tesadüf onu
               Eda yeşil ışık yayalar için yandı. Orada bek-  memnun ediyordu.
            leşirken birtakım zorunlulukların, günlük meşga-
                                                            Işıklardan karşıya geçip Başvekil Caddesine
            lelerin,  toplumsal  görevlerin,  altında  hangi  saklı
                                                         girdi.  Bankalar  ve  dükkânlar  boyunca  bir  sürü
            gerçeklerin  yattığı  belli  olmayan  isteklerin  tesa-
                                                         insanla  karşılaştığı  hareketli,  küçük  caddenin
            düfle bir araya getirdiği bir avuç insandılar. Renk-
                                                         en sevdiği özelliği; kaldırımlarına serinlik veren
            ler  izin  verdiğinde  birbirlerine  yaklaşmaları  son
                                                         ağaçların  hâlâ  kesilmemesiydi.  Bir  yerden  bir
            bulacak, bir araya gelmiş bu insanlar belki daha
                                                         yere giderken onların altından geçmek, güneşin
            sonra şehrin farklı noktalarında yeniden birbirleri-
                                                         altındaki herkesin koşuşturduğu bu şehirde bir
            ne yaklaşacaklardı. Planlarını bozarak canını sıkan
                                                         korunak  sağlıyordu.  Caddeyi  bitirip  Küçükha-
            ama onu çok da şaşırtmayan o telefonu açarken
                                                         mam’a ilerledi. Önünden geçtiğinde içinde kay-
            Üsküdar vapuruna binmek üzereydi. Fakülteden
                                                         bolma isteği veren gösterişsiz yapı, sakinleştiren
            akademisyen  bir  arkadaşıyla  Facebook’tan  bul-
                                                         bir  sabun  ve  buhar  kokusuyla  hemen  oracıkta
            dukları bir gezi sayfasına katılmışlar, düzenlenen
                                                         güneşli  bir  duvar  dibine  uzanıp  saatlerce  bil-
            bir erguvan seyahatinde yer ayırtmışlardı. Bu gez-
            meyi arzu ederken İstanbullu olmanın öğrenilen   mem  neyi  bekleme  arzusunu  güçlendiriyordu.
                                                         Kapıdan  görünen  peştamallara,  sabun  kalıpla-
            bir  şey  olduğunu,  şehrin  milyonlarca  insandan
            bağımsız ve müstakil kimliğinin her şeye rağmen   rına bakarken telefondaki sesi düşündü. “Acele
            direndiğini düşündü. Kısa bir an parlayıp sönen   et, burkulmuş gibi geldi ama belki de kırılmıştır.”
            bu zaman dilimi demek ki hâlâ birilerini ilgilen-  diyordu. On altı, on yedi yıldır birlikte yaşadıkları
            diriyordu. O utangaç çiçeklerin bu şehir için an-  bu süreçte karşısındakinin sahte ve yönlendiren
            lamını öğrendikçe şaşkınlık geçirmişti. Kanlı Nika   heyecanlarına  kapılmamayı  öğrenmişti.  Biraz
            Ayaklanması  sırasında  kenti  terk  etmek  isteyen   oyalanarak gidebilirdi, evet. Ama Boğaziçi’ndeki
            imparator  Justinyen,  karısı  Theodora  tarafından   erguvan turuna katılamazdı, hayır. Planını bozup
            “Erguvan  en  asil  kefendir.”  sözleriyle  durdurul-  eve  geliyor  olması  zaten  sakinleştirirdi  karısını.
            muş  ve  imparator  kalınca  isyan  da  bastırılmıştı.   İşte  bir  kez  daha,  bir  oyuncağını  daha  elinden
            Bizans’ta halk tarafından kullanılması yasaklanan   almıştı. Göbekten sağa döndü. Evine giden bu
            bu renk bir hanedana adını bile vermişti: Erguvan   yolun evine gidiyor olmasından ziyade Silivrika-
            Odada Doğanlar. Bu erkek çocuklar mor pelerin-  pı’ya,  surlara  çıkmasını  severdi.  Zaman  zaman
            lerini giyip imparatorluk ediyor, öldüklerinde mor   yaptığı  gibi  apartmanların  hepsini  sildi  gözün-
            mermerden lahitlere gömülüyorlardı. Şehir el de-  den.  Şimdi  solunda  Marmara’ya  kadar  ulaşan
            ğiştirirken  askerleriyle  beraber  savaşan  ve  şehir   yeşil bir bayır üstünde nasıl güzel sulu manastır-
            düşünce  ölüsü  her  yerde  aranan  Konstantin’in   lar, ne geniş kiliseler vardı. Hepsinin bahçesinde
            cesedinin binlerce asker arasından mor çizmeleri   incir ağaçları duruyor, hemen yanlarındaki me-
            sayesinde tespit edilmesi onu üzse de; bir ergu-  zarlıklarda  kara  serviler  seçiliyordu.  Hayalinde
            van zamanı kurulan Byzantion’un bir başka ergu-  birden  beliren  bir  eşek  sur  kapısından  çıkıyor,
            van zamanı alınarak bir gün bu şehirde yaşayabil-  muhtemelen Balıklı Rum tarafına gidiyordu. Bir
            mesinin önünün açıldığına seviniyordu. “İstanbul   deli çayır kokusu geldi burnuna. Serinledi. Sonra
            halkı otobüsünün rengini seçiyor.” kampanyasıyla   evde  kendini  bekleyenleri  hatırladı.  Muhteme-
            İETT otobüslerinin renkleri belirlenirken, erguvanı   len anne oğul birbirine girmiş, oğlan da odasının
            da seçenekler arasına koyanlar ezbere bir simge   camına  elini  indirmişti.  “Bu  kadar  didişecek  ne

            *   İstanbul Esenler Öz-De-Bir Ortaokulu Müdiresi.


          34
   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41