Page 37 - Neşide Dergisi 5.Sayı E-Book
P. 37
Öykü
var, neyi paylaşamıyorsunuz?” demiyordu artık maya çalışsa da zaman geçtikçe az görünen, az
karısına. “Kafanı gömdüğün eski duvarlardaki o isteyen, kimsenin ayaklarına dolanmayan, ko-
örümcek ağlarından kurtulsan anlarsın, binlerce mutlara uymaya çalışan sessiz bir gölgeye dö-
yıl öncesinde yaşamaktan bıkmadın ki.” diye ce- nüşmesi çok vakit almamıştı. Kendini içine alıp
vap verecekti. “Oturduğun sokağın adına bak. bütün yaşam enerjisini sömürmek ve onu içi boş,
Hancı Değirmeni. Belki de yüz yıl önce bir değir- kuruyup kalmış bir ruha çevirmek için hazır bek-
men varmış şuracıkta. Ekmek dağılıyormuş şeh- leyen kapıya bir anda sırtını dönerek üç adımda
re buradan, ekmek. Evimizin altındaki fırına bak. caddeye vardı. Silivrikapı’ya yürüyüp sur boyun-
Hâlâ ekmek dağılıyor bu sokaktan. Bu süreklilik ca biraz dolaşacaktı. Kapıya uzanan bu yol, bazı
gerçekten etkilemiyor mu seni? Dehşete düşü- düşünceli ve bıkkın akşamlarında onun çıkışıydı.
yorum ben, cansız nesneleri bile ele geçiren bu Elli altmış metre sonra apartmanlar bitti. Görme-
büyük kader karşısında.” Kadın burnunun ucun- nin ona nedensiz bir sevinç verdiği önleri çiçekli,
daki örneği bile dinlemeden gitmişti. Dinler, beyaz badanalı, eski, küçük, iki katlı evler başla-
imparatorluklar, devletler, isimler, nesiller bo- dı. Bir yanı düşüncesinin saçma olduğunu bilse
yunca milyonlarca insanın elbirliğiyle oluşan bu de bu aydınlık evlerde oturanların hayatlarında
tarihten, bu kültürden direne direne gelip önüne hiç kasvet yokmuş gibi gelirdi. Sanki çiçekli te-
dikilen bu bağ, bu rabıta onu mest ediyordu. Ba- neke kutulardan, beyaz badanadan; bir garip
sit, anlamsız, ezbere yaşantısında kendini daha
maviye, bir garip yeşile boyanmış pencere ke-
büyük bir şeyin parçası duymak, şehre ait olmak narlıkları ve kapılardan arsız bir mutluluk yayılı-
varlığını büyütüyordu. Bu hissi anlayanlar vardı
yordu ev içlerine. Sur dibine yaklaşırken iki katlı
kuşkusuz ama karısı bunlardan biri olmak iste- şirin yapılar yerini müstakil bir eve bıraktı. Sırtını
memiş, onu anlamaya direnmişti. Evliliğin; ne
bin yıllık duvara vermiş bu neşeli ev, çayırların
kadar kültürlü olursa olsun bir kadını kendi dar üzerine bir eski zaman güzeli gibi bütün rahat-
kalıplarına hapsetmek, kadına kendi saçma ku-
lığıyla yayılmıştı. Yamaçtaki çamaşır ipi, sağda
rallarını dayatmak, kendi egemenliğiyle kadının solda dağınık duran büyük plastik oyuncaklar, az
dünyasını kuşatmak gibi kadim bir alışkanlığı
ileride rüzgârın büktüğü bir yolluk, birkaç tahta,
vardı. Bir kez evlendikten sonra dışarıdan gelen kapı önünde rastgele saçılmış intibası bırakan
tüm etkiler, ruha; o etkileri bir nevi çürütüp de
renkli ayakkabılar, bir kenara dayanmış eski bir
yollayan bir dış çeperden giriyordu.
kapı insana sonsuzluk duygusu veriyor gibiydi.
Apartmanın kara kapısıyla karşılaştığında Bu görüntü, kendi evlerinde yerleri sabit kural-
kaçmak istedi. Birazdan gireceği bu evde, ken- larla belli olan nesnelerle ne kadar da tezattı.
dinden ne kadar çok taviz verirse versin kimseye Tezgâhın üzerine bırakılmış ama hemen bulaşık
yeterli gelmemişti. Önceleri konuşmaya, anlaş- makinesine girmesi gereken bir tabak bu güler
yüzlü evde krizler yaratamazdı. Şu yoldan bü-
tün mevsimlerde, bütün havalarda, bütün ruh
halleriyle yüzlerce kez geçmişti. Bahçeye girip
“Kimsiniz?” demek istiyordu insanlara. “Bu dağı-
nık ferahlığın, bu cömert neşenin kaynağı ne?”
İğnelemeden konuşan, sinirlenmeden bağıran,
yaşamayı gerçekten bilirmiş gibi durduğu yerle-
re yakışan bu insanlar nerelerden gelmişti? Bir-
den bostan kokuları başladı. Kış boyu soğuğun
altında kalan toprağın üzeri sarhoş eden bir ye-
şil kokuyla kaplanmıştı. Gelen geçen arabalara
kendince yol gösterip birkaç bozukluk toplayan
yarım akıllı Yedikuleli Ali’nin gölgesinde surdan
çıktı. Türbe yeşiline boyanmış tek mezarında
yüzlerce yıldır bu kapının dibinde yatan kapı
müdavimini arkasında bıraktı. Bostancıların tez-
gâhları çoktan piyasaya çıkmıştı. Mavi tablaların
üstündeki kırmızı, yeşil sebzeler güneşin altında
bir an arzulu bir ıslaklıkla parladı. Mayıs ne güzel
aydı. Erguvanlar bile birkaç haftalığına açmıştı.
35