Page 37 - Efsane
P. 37
sokakları arayan askerler, ambulansların yokluğu.
Bir an sonra, “Adamı yakalayamadık,” diye itiraf etti. Alnındaki yağ izi yüzüne
afallamış bir ifade katıyordu. “Ama bu daha sonra cesedini bulamayacağımız
anlamına gelmiyor.”
“Henüz bulamadıysanız daha sonra da bulamayacaksınız.” Thomas bir şey
söylemek için ağzını açtı, sonra vazgeçip yola bakmaya devam etti. Sonunda jip
durduğunda, Komutan Jameson nöbetçiler grubundan ayrılıp aracımın kapısına
doğru yürüdü.
Thomas birdenbire, “Üzgünüm,” dedi bana. Soğuk davrandığım için içim acıdı
ve böylelikle onaylarcasına başımı salladım. Babası, ölmeden önce
apartmanımızın kapıcısıydı. Annesi de ilkokulumdaki yemekhanede aşçı olarak
çalışıyordu. Alçakgönüllü geçmişine rağmen prestijli şehir devriyelerine
atanması için (Deneme’sinden yüksek bir puan almış olan) Thomas’ı öneren kişi
Metias’dı. Bu yüzden o da kendini en az benim kadar uyuşmuş hissediyor
olmalıydı.
Komutan Jameson aracımın kapısına gelip dikkatimi çekmek için iki kere cama
tıkladı. İnce dudakları kırmızının kızgın bir tonuna boyanmıştı, kestane rengi
saçları gecenin karanlığında koyu kahverengi, hatta siyah görünüyordu.
“Kımılda, Iparis. Zaman çok değerli.” Gözleri arka koltuktaki Ollie’ye gidip
geldi. “Bu bir polis köpeği değil, çocuk.” Şimdi bile tavrında bir değişme yoktu.
Jipten çıkıp hızlıca selam verdim. Ollie yanıma atladı. “Beni emretmişsiniz,
komutanım,” dedim.
Komutan Jameson hareketime karşılık vermekle uğraşmadı. Yürümeye başladı,
ben de ayak uydurmakta zorlanarak aceleyle peşinden gitmek zorunda kaldım.
“Ağabeyin Metias öldü,” dedi. Ses tonu değişmedi. “Anladığım kadarıyla ajanlık
eğitimini neredeyse tamamlamak üzeresin, doğru mu? İz sürme eğitimi
almışsın?”
Nefes almakta zorlanıyordum. Metias’ın öldüğü ikinci kez doğrulanıyordu.
“Evet, komutanım,” diyebildim.
Hastaneye girdik. Bekleme odası boştu, hastaları dışarı çıkarılmış, nöbetçiler
merdiven boşluğunun girişine kümelenmişti, burası büyük ihtimalle suç