Page 52 - Efsane
P. 52
cevaplarla etrafımdakilerin duygularımı paylaşan sözlerine karşılık veriyordum.
“Kaybınız için çok üzgünüm,” diyorlardı. Aralarında Metias’ın profesörlerinden
bazılarını, asker arkadaşlarını ve üstlerini gördüm. Drake’ten birkaç sınıf
arkadaşım bile vardı. Onları gördüğüme şaşırdım; yaşımı ve oldukça ağır ders
yükümü düşünecek olursak, üniversitedeki üç yıl boyunca arkadaş edinme
konusunda hiç de iyi olamamıştım. Fakat yine de buradaydılar; bazıları öğleden
sonraki görevlerinden, bazıları da Cumhuriyet Tarihi 421 dersinden çıkıp
gelmişti. Elimi sıkıp başlarını sallıyorlardı. “Önce annen ile baban, şimdi de
ağabeyin. Senin için ne kadar zor olduğunu hayal bile edemem.”
Edemezsiniz. Ama nazikçe gülümseyip başımı eğiyordum, çünkü niyetlerinin iyi
olduğunu biliyordum. “Geldiğiniz için teşekkür ederim,” diyordum. “Anlamı
büyük. Biliyorum, Metias canını ülkesi uğruna verdiği için gurur duyardı.”
Bazen odanın diğer ucundaki iyi niyetli birinin bakışlarını üzerimde buluyor ve
bunu görmezden geliyordum. Böyle duyguların bana hiçbir yararı yoktu.
Kıyafetlerim onlar için değildi. Bu inanılmaz derecede muhteşem elbiseyi sadece
ve sadece Metias için giyiyordum, onu ne kadar sevdiğimi kelimeler olmadan
gösterebilmek için. Bir süre sonra salonun ön kısmına yakın bir masaya, yakında
insanların sıra olup abimi anma konuşmaları yapacakları, üzeri çiçeklerle
bezenmiş mihrabın karşısına oturdum. Cumhuriyet bayraklarının karşısında
başımı saygıyla öne eğdim. Sonra gözlerim beyaz tabuta ilişti. Bulunduğum
yerden içinde yatan kişiyi çok az görebiliyordum.
“Harika görünüyorsun, June.”
Başımı kaldırınca Thomas’ın eğildiğini, sonra da yanımdaki sandalyeye
oturduğunu gördüm. Askeri üniformasının yerine şık, beyaz bir takım giymiş,
saçlarını da yeni kestirmişti. Takımın yepyeni olduğu anlaşılıyordu. Ona bir
servet ödemiş olmalıydı. “Teşekkürler. Sen de.”
“Bu... şey, içinde bulunduğumuz duruma, olan şeylere rağmen iyi
görünüyorsun.”
“Ne demek istediğini anlıyorum.” İçini rahatlatmak için uzanıp elini okşadım.
Bana gülümsedi. Sanki başka bir şeyler daha söylemek ister gibiydi ama bir
söylemeden gözlerini çevirdi.
Herkesin yerlerini bulması ve garsonların yiyecekleri getirmeleri bir saat aldı.
Ben hiçbir şey yemiyordum. Komutan Jameson masamızda, tam karşımda