Page 171 - Münafığın Derin Karanlığı
P. 171

ad nan o k t ar (haru n  y ahy a)






                 gerçekten 'çok büyük olduğuna' ve 'tüm dünyanın da, onun bu büyüklüğünün
                 farkında olduğuna' inanır. Oysaki bu, sadece münafığın şizofren ruhunun bir
                 sanrısından ibarettir. Ama o bunun farkında değildir. Dolayısıyla da bütün sistemi,

                 'bu hayali büyüklüğünü ve kendini korumaya' dayalıdır. Enaniyetine, büyüklük
                 hissine, kendince meydana getirdiğini zannettiği o ihtişamına zarar gelmemesi için,

                 adeta 'hayvanlar gibi' debelenir. Ve işte münafığın ruhundaki deliliği, hastalığı ve
                 dengesizliği ortaya koyan en mühim vasıflarından biri de budur zaten, kendini ko-
                 rumak için sarf ettiği delice enerji ve delice debelenmesi...

                     Açıktır ki, eğer bir insan kendini ve nefsini kontrolsüz bir şekilde savunuyor ve
                 sırf bu yüzden cinnet geçirircesine, insanlık dışı tavırlar sergiliyorsa, bu bir tür 'ruh

                 hastalığı' denebilecek 'ciddi bir anormallik, ciddi bir tavır bozukluğu'dur. Oysaki
                 sırf nefsini ilahlaştırdığı için böyle zavallı bir konuma düşen bir kişinin bu noktada
                 bir durup düşünmesi ve Allah'a sığınması gerekir. Normal, bir insanın yapacağı

                 tavır budur. Allah'tan korkan, vicdan sahibi bir kimse böyle bir hataya düşse bile,
                 hemen Kuran ile düşünüp "Ben bu kadar anormal tavırlar nasıl sergilerim?" der
                 ve samimi bir gözle kendini eleştirip tavrını düzeltir. Normal dengeli bir insanın

                 makul bir tavır içerisinde hem kendi kendini eleştirebilmesi, hem de başkalarının
                 kendisi hakkındaki fikirlerini dinleyebilmesi gerekir. Ağrına da gitse, zor da gelse,
                 insan nezaketiyle karşı tarafın eleştirilerini sakince dinleyip, bunları saygılı ve makul

                 bir üslupla değerlendirebilir. Buna karşı olan fikirleri varsa, bunları da güzelce
                 anlatıp, nezaketli ve saygılı bir dille haklılığını savunabilir.

                     Ama münafıkta görülen ahlak bunun tam zıttıdır. Ufacık bir eleştiriye dahi
                 tahammülü yoktur. Saygı, adap, edep, nezaket, incelik ve tevazu yoksunudur.
                 Eleştiriye alabildiğine münasebetsiz, küstah, züppe ve patavatsız bir şekilde

                 karşılık verir. Nefsi ise adeta çılgına döner. Ruhunda 'şeytani fırtınalar' estiği,
                 elinin yüzünün kaymasından, kullandığı küfri üsluptan, yaygaralar kopararak hu-

                 zursuzluk çıkaran çirkin ses tonundan, yaptığı karşı şeytani ataklardan, yalan ve if-
                 tirayla üste çıkmaya çalışmasından hemen anlaşılır.
                     İşte münafıkta görülen bu durum, 'ağır bir manevi hastalığın göstergesi'dir.

                 Bu, imandan uzak, küfrün pis ruhunu yansıtan bir ruh hastalığıdır. Aynı zamanda
                 da, küfrü imandan daha güzel görmesi sebebiyle Allah'ın dünyada münafığa isabet
                 ettirdiği bir beladır.

                     Müslümanlar birbirlerine 'iyiliği emredip, birbirlerini kötülükten men ederek',
                 eksik yönlerini düzeltir ve sürekli olarak manen ve bedenen çok daha mükemmel
                 hale gelirler. Öğüte, tavsiyeye açık, güzel bir ahlak göstermeleri sebebiyle Allah

                 onları her yönden üstün hale getirir. Münafık kendi bataklığında giderek daha da





                                                                                                             169
   166   167   168   169   170   171   172   173   174   175   176