Page 20 - Neşide Dergisi 6.Sayı
P. 20
Batı’nın duçâr olduğu bu maddîyatçılığın yarat-
mış olduğu maddî ve mânevî tükenmişlikleri aşa-
bilmek için ise elbette ki bir takım seküler mânevî
sağaltıcılara ihtiyâç duyulmuştu. Önceleri kiliseye
giderek günâhlarını itiraf eden, kendisini bağışla-
tarak arındıran ve sonuçta bir takım tavsîyelerle
gerisin geri gündelik yaşamına dönen insânlara,
bu katı pozitivizme rağmen elbette ki bir takım
yeni tapınaklar ve sağaltıcılar gerekiyordu.
İşte psikoterapi bu melez ve erken bir doğum-
la birlikte, adetâ bir hilkãtgarîbesi gibi bir ânda
gündelik hayâtımıza bu nedenlerle giriverdi.
En başından beri biz Doğulu toplumlar olarak, bizler de aynı çürümüşlüğe mârûz kalıyor ve aynı
aynı Batılı bir târihi kovuşturmadığımız ve dene- izlekte Psikoterapi gibi ara sektörlere ihtiyâç duy-
yimlemediğimiz için gayet tabiî ki psikoterapiye maya başlıyoruz.
veya günâh çıkarmaya aslâ ihtiyâç duymuyorduk.
Modern zamânların rûh−bilimcileri olarak bizler;
Çünkü bizim sağaltıcılarımız olarak, artık, otantik zamânların geleneksel sağaltıcıların-
menkãbelerimiz, dan (Şamanlardan, Kamlardan, Sûfîlerden, Ozan-
hikâyelerimiz, lardan) ne kadar ilerideyiz veya onların ne kadar
destânlarımız, gerisindeyiz diye de bir sormamız gerekiyor.
ozanlarımız,
Yine, Post−Modern zamânların rûh−bilimcileri
sagūlarımız,
olarak bizler, bütün bu modernlik ve post−mo-
deyişlerimiz,
dernlik macerâsının gayr−i meşrû çocukları olan
koşuklarımız,
zavallı “Danışanlarımızı ve(yâ) Hastalarımızı”, yeni
nefeslerimiz,
trend ve moda olan daha başka tüketim tapınak-
yol türkülerimiz,
larına veya kişisel gelişim reçetelerine yönlendiri-
yayla şenliklerimiz,
yorken; ayrıca da her geldiklerinde onları terapi-
düğünlerimiz,
ye alıp bîzâr yalnızlıklarını tüketerek ve bu arada
cenâzelerimiz,
da bu [defakto] işlevimizin ekonomik bedelini
nişanlarda kına yakışlarımız,
tahsîl ederek, sonuç olarak örtülü bir şekilde bu
bayram sabahlarımız,
hastalıklı sürecin veya belirsizliğin yeniden üreti-
kilim dokuyuşumuz,
cileri olmuyor muyuz?
sepet örüşümüz,
çerağ uyandırışımız,
Bence oluyoruz!
dergâhlarda sûfî hikâyeleri dinleyişimiz,
vatanperliğimiz, Yahût da, bu post−modern çürümüşlüğün komp-
şehitlerimiz, lekslerini, nevrozlarını, anlâmsızlığını, değersiz-
erenlerimiz, liğini, hiçliğini, boşluğunu, tükenmişliğini, sığlı-
kahramanlıklarla örüntülü cenknâmelerimiz, ğını, aîdiyetsizliğini, kimliksizliğini, bulanıklığını,
Dede Korkut misâli hâlk hikâyelerimiz, ikiyüzlülüğünü, şiddet eğilimini, histerik şımarık-
Saltuknâmelerimiz, lığını , güvensizliğini, tanrı−tanımazlığını ve yal-
7
dizeleriyle Yunuslarımız, nızlığını tüketen bir tür psiko−vampirlere dönüş-
beyitleriyle Mevlânâlarımız, müyor muyuz?
çıraklarıyla Hacı Bayrâmlarımız,
fıkralarıyla Nasreddîn Hocalarımız, Hıristiyan teolojisinde yasaklanmış bir tarikat olsa
Makãlãt’ıyla Hacı Bektâşlarımız vardı… da “Günah Yiyiciler” olarak bilinen bir tarikatten
söz edilir. Günah Yiyiciler, ölümü yaklaşan gü-
Ancak geride bıraktığımız yüzyıldan bu yana nahkâr bir insanın başucuna geçerek, alnına ve
millet olarak topyekûn Batılılaştıkça, yâni kendi göğsüne Aramice bir takım şifreli dualar yazarak
anlâm kiplerimize yabancılaşarak mayamızdan ve ekmek koyarlar. Sonra da ölmeden önce o gü-
uzaklaştıkça; dahası, sömürgeciliğin ezici pazar hahkâr insanın bütün günâhlarını temsil eden ek-
oyunlarına ve tüketim ideolojisine kapıldıkça; meği yiyerek, ölen insanı bebek masûmiyetinde
7 Bkz., Saffet Murat Tura, Histerik Bilinç, Metis Yayınları, İstanbul, ©2007.
18