Page 93 - Efsane
P. 93
hiçbir şey başarabileceğimi düşünmüyordu; onun bu ilgi eksikliği Thomas’ın her
lafinda belli oluyordu. Thomas’a gelirsek, o benimle çok nadir bu tonda
konuşurdu. Son birkaç saattir ne kadar stres altında olduğunu tahmin
edebiliyordum. “Evet, efendim,” dedim. Thomas cevap vermeyince, başımı
kaldırıp çocuğa baktım tekrar. Kendime yukarı çıktığımda onu daha yakından
inceleyip bu yaranın dikkatimi dağıtmasına izin vermeyeceğini söyledim.
Kolyeyi cebime koyup ayağa kalktım.
Bütün gün Los Angeles’ın Alta bölgesinde kurtarıcımı takip ederken onu
gözlemledim. Ne kadar küçük olursa olsun her ayrıntıyı aklıma yazdım. Mesela
sol bacağını daha çok kullanıyordu. O kadar hafif topallıyordu ki Tess’in
yanında yürürken belli olmuyordu. Otururken ya da ayağa kalkmak üzere dizini
kırarken bir an duraklıyordu. Bu ya tam olarak hiç iyileşememiş bir sakatlanma
ya da yeni olmuş küçük bir şeydi. Kötü bir şekilde düşmüş olabilirdi.
Tek rahatsızlığı bu değildi. Kolunu hareket ettirirken bazen irkiliyordu. Birkaç
kere bunu yaptığını görünce kolunun üst kısmında ne zaman çok yükseğe ya da
alçağa uzanmaya çalışsa canını yakan bir yara olduğunu fark ettim.
Yüzü mükemmel bir şekilde simetrikti, Anglo ve Asyalı karışımıydı, bütün o
kirin altında güzel bir yüz vardı. Sağ gözü soldan biraz daha açık renkliydi.
Önceleri bir ışık oyunu mu diye düşündüm ancak daha sonra fırının vitrinindeki
ekmeklere hasretle bakarken yine fark ettim. Acaba nasıl oldu, yoksa doğuştan
mı böyle diye merak ettim.
Başka şeyler de gözüme çarptı: Lake bölgesinden bu kadar uzaktaki sokakları
çok iyi tanıyordu, sanki gözü kapalı her yeri bulabilirmiş gibiydi; binalara sanki
onları ezberliyormuş gibi bakıyordu. Tess ona hiç ismiyle hitap etmiyordu. Bana
“Kız” demeleri gibi, onu tanımlamak için de hiçbir şey kullanmıyorlardı.
Yürümekten yorulup başım dönmeye başlayınca, hepimizi durdurup bana su
buldu. Ben daha hiçbir şey demeden yorulduğumu anlıyordu.
Akşamüzeri olmak üzereydi. Güneşin en güçlü olduğu saatlerde Lake’in en fakir
bölgesindeki pazarın yakınlarında takılıyorduk. Tess altında durduğumuz
güneşlikten tezgâhlara gözlerini kısarak bakıyordu. Onlardan en az on beş metre
uzaktaydık. Uzağı iyi göremiyordu ama bir şekilde meyve ve sebze satıcılarının
arasındaki farkları, çeşitli pazarcıların yüzlerini, kimde para olup olmadığını
anlayabiliyordu. Bunu mimiklerinden anlayabiliyordum, bir şeyi